10 Şubat 2007

Bölüm 38 - Közlenmiş Biber

Yaşadığım tüm duygu yoğunluklarının, kafa karışıklıklarının ve heyecanlarımın üzerine, nihayet Antalya’ya gidiyordum. Yanımda teyzem, otobüse bindik. O’nu Antalya’ya gönderdikten bir hafta sonra ben onun yanına gidiyordum. Sanki onu çok daha uzun süredir görmemiş gibi hissettim kendimi. Belki de Antalya’ya gidişimin üzerinden biraz zaman geçmesinden dolayı olabilirdi bu. Yolculuğun sonunda Antalya’ya varmıştık. Teyzemlerin evine gittik. Biraz zaman geçirdikten sonra kuzenimle dışarı çıktık. Arkadaşım Mete’yle buluşacaktım. Buluşma yerine kadar kuzenimle birlikte gittik. Mete’yle buluştuktan sonra, internetten yeni tanıştığım arkadaşım Doğuş’u aradım. Onu da aldıktan sonra O’nunla buluşacağımız alışveriş merkezine gittik. Bertan da gelmişti. Onu beklemeye başlamıştık. Beklerken, her geçen saniye, içimdeki heyecanı daha da tetikliyordu. Oysa onu en son bir hafta önce görmüştüm. Artık ondan ayrı kalmaya dayanmıyordum. Onu alıp bulutlara çıkmak, hep orda kalabilmek isterdim. Derken uzaktan bize doğru yaklaşmakta olduğunu gördüm. Hemen yanına gittim, sarıldık. Dünyada beni en mutlu eden insan yanımdaydı işte. Birlikte yemek yedikten sonra hepimizin bildiği bir internet sitesinde tanıtımı olan, yeni açılmış bir cafeye gitmeye karar verdik. Cafe zaman içinde eşcinsellerin gelebileceği bir mekâna dönüşmeyi amaçlıyordu. Gittiğimizde birbirinden tatlı iki bayan bizi karşıladı. Sonradan öğrendik ki aslında onlar çiftmiş. Cafe küçük, sakin ve huzurlu bir yere benziyordu. Sohbet ederken onun elini tutabilmek, rahat davranabilmek, dilediğin sohbeti edebilmek gibisi yoktu. Cafedeki ilk günümüzde çok eğlendik. Tabi bunda mekân sahiplerinin cana yakın olmasının rolü büyük. Cafeden ayrıldıktan sonra artık ayrılma vakti gelmişti. O’na ve Mete’ye veda ettikten sonra teyzemlerin evine yakın bir yerde oturan Doğuşla birlikte yola koyulduk. Ertesi gün görüşmek için sözleşmiştik. Teyzemlere geldiğimde ne kadar yorulmuş olduğumu anladım. Bütün gün yaptıklarımız, cafedeki zamanlarımız sanki özlediğim anlardı. O yanımdayken her ne olursa olsun kafamda hiçbir sorun kalmıyordu. Çünkü onun yanında kendimi fırtınada limana sığınmış bir tekne gibi güvende hissediyordum. Bu hissi kaybetmemek için elimden geldiğince çabalayacaktım. O hayatımın anlamı olmuştu uzun bir süre önce. Her geçen gün onunla yan yana olmasak bile ona karşı duygularım yoğunlaşıyordu. Ona karşı duyduğum sahiplenme duygusu son zamanlarda çok daha fazla artmıştı. O gece uyuduğumda ertesi gün neler yapacağız acaba diye merak etmeden duramıyordum. Onunla aynı şehirde olup yan yana olamamanın verdiği üzüntü, ertesi gün onu tekrar göreceğimi bilmenin verdiği heyecan tarafından gölgelenmişti. Ertesi sabah Doğuşla buluşup Mete’nin yanına gittik. O bir süre sonra bize katılacağını söylemişti. Derken Mete’nin önemli bir arkadaşı yanımıza geldi. İsmi Bülent'ti. Ben de tanıyordum Bülent'i. Daha sonra dün gittiğimiz cafeye tekrar gitmeye karar verdik. Bir süre sonra O da geldi. Zamanın nasıl aktığını anlamadığım bir gün geçirdim yine. Mutluydum. O yanımdaydı, arkadaşlarım yanımdaydı. Onunla hep yapmak istediğimiz şeylerden birini yapıyorduk. Elini tutabilmek, sarılabilmek hatta onu öpebilmek benim sadece yalnızken yapabildiğim şeylerdi. Oysa cafedeki ortam nedeniyle rahatsız olmamızı gerektirecek bir durum olmadığından kendimi de çok iyi hissediyordum. Ancak bize ayrılan sürenin sonuna gelmiştik yine. Yani saat geç olmuştu. Vedalaştıktan sonra yine Doğuşla yola koyulduk. Ertesi gün için bir planımız yoktu. Herkes gününü evde geçirecekti. İnternette konuştuk o gün. Yarın da ne yapacağımız belli değildi. Sabah olunca konuşuruz dedik ve uyuduk.

Hiç yorum yok: