29 Aralık 2006

Bölüm 34 - Romantizme Yolculuk

İzmir’e dönmüştüm. Hem bayram hem de yılbaşı için buradaydım. Zaten daha sonra da sınavlarım için İzmit’e geri dönecektim. Evde günlerim sıkıcı geçiyordu. Arkadaşım Buket’le dışarı çıktığımız günler kendimi iyi hissediyordum. Çünkü Buket’e O’ndan gönül rahatlığıyla bahsedebiliyordum. Onunla görüşebilme olanaklarımız değişmemişti. İnterneti hâlâ yoktu ve sadece telefonda konuşabiliyorduk. Bayramdan sonra işyerinden parasını alınca işten çıkıp yanıma, İzmit’e gelebileceğini söylüyordu. Eğer gelebilirse çok güzel olur. Çünkü bir ayı aşkın süredir birbirimizi göremiyorduk. Bundan daha uzun bir süredir de birlikte uyuyamıyorduk. Eğer o gelemezse ben sınavlarımdan sonra Antalya’ya gitmeyi düşünüyordum. Babam son Antalya gezimi öğrenmişti. Eve gelen banka kartı hesap özeti beni ele vermişti. Neyse ki pek bir şey demedi. Ama sınavlardan sonraki gezim için izin istediğimde sorun çıkartabilirdi. Onun yanımda olması dışında istediğim bir şey yoktu. Bu kadar uzun süre ayrı kalmaya alışık değildim. Onu başından beri ailemden biri olarak görüyordum. Annemi babamı nasıl inkâr edemezsem, onun da sevgilim olduğunu inkâr edemem diye düşündüm hep. Onsuz bir hayatım olacaksa, eminim dayanılmaz olur. Onu kollarıma aldığımda hiç bırakmak zorunda olmasam keşke. Dizime yatıp uykuya daldığında zaman dursa, sarılıp uyuduğumuzda rüyalarımızda sonsuza kadar birlikte olsak. Akan bir dere gibi, içimdeki heyecan hep şekil değiştiriyordu. Bazen kalbim hızlıca çarpıyor, bazen de eski günlerimiz aklıma geliyor mutlu oluyordum. Oradaydı, benimdi, onu tüm kalbimle hissediyordum. Az kalmıştı, hasret bitmeliydi.

19 Aralık 2006

Bölüm 33 - Günler Geçiyor

Buraya yazmaya başlarken tek ve sadece kendim için yazacağım demiştim. Çünkü yazmak bana mutluluk veriyordu. Anılarımı hatırlayarak mutlu oluyordum. Fakat şimdi burayı okuyanlar, sizler varsınız. İçimden geldikçe buraya yazmaya çalışıyorum. Ancak merak etmeden de duramıyorum. Acaba yazdıklarımı nasıl buluyorsunuz? Her birinizden az ya da çok bir şeyler okumak isterdim. O’nsuz geçirdiğim bu günlerimde kafam karmakarışık. Üzgün bir halde yaşamaya çalışıyorum, alıştım da. Onu tekrar kollarımda göreceğim günü iple çekiyorum. Ancak şöyle bir gerçek var ki o gün ne zaman gelecek bilmiyorum. Kendimce fırsatlar yaratabilmek istiyorum ama gücüm bir yer kadar yetiyor. Bazen hislerimi kelimelere dökmekte öyle zorlanıyorum ki. Tıpkı ona âşık olduğumu anladığımda hissettiklerim gibi. Ona olan sevgim sanki damarlarımdaki kan gibi tüm vücudumu dolaşıyordu. Her yerimde, her anımda onu hissediyordum. Her gece yatmadan önce dua ediyordum, hiç değilse rüyalarımda göreyim onu, kollarında uyuyayım diye. Sabah uyandığımda yüzümde bir gülümseme oluyordu. Çünkü onu görmüş oluyordum. Günlerim boş ve anlamsız geçerken, hayatımın tek anlamı, hayatım kendisi olan O, bana devam etme gücü veren tek varlıktı.

13 Aralık 2006

Bölüm 32 - Rüzgâra Karşı Koşarken

Doğum günümün üzerinden günler geçmişti. Annem bugün sabah gitti. Bense sınavlarımla uğraşıyorum. Annem buradayken yemek, bulaşık, temizlik derdim olmadı. Gerçi Onunla konuştuktan sonra annem hep “Kiminle konuşuyorsun bu kadar uzun?” diye sordu ama hep geçiştirdim. Annem gidince yalnızlığa alışmak zor geldi ilk başta. Annemi çok seviyordum ama bazı konularda değişmeyen fikirleri vardı. Okula gittiğim sırada dolabımı karıştırmış olabileceğinden de şüpheleniyorum. Gerçi bulmaması gereken her şeyi saklamıştım. Keşke anneme O’ndan bahsedebilseydim, o benim sevgilim diyebilseydim. Ailemden birinin bana destek verdiğini görmek çok iyi olurdu. Bu arada onunla görüşme olanaklarımız daha da azalmıştı. İnterneti kesilmişti bu yüzden sadece telefonla görüşebiliyorduk. Kontör dayanmıyordu tabi. Ayrı olmaya alışmıştım artık. Yaklaşık üç haftadır görmüyorduk birbirimizi. Aynı evde yaşadığımız, sayılı ama güzel günleri özledim. Sınavlarımın durumu berbatken bir de ayrılık acısı bende kafa bırakmıyordu. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Nereye kadar böyle gidecekti ki? Bir yerden sonra bu durumu düzeltmeliydim. Derslerimden bahsediyorum. Kaçmak değil başarmak istiyorum. Beceremiyorum.

8 Aralık 2006

Bölüm 31 - Özel Bir Gün

Saatler tam gece yarısını gösterdiğinde telefonum çaldı. Arayan O’ydu. Tıpkı onun doğum gününde benim yaptığım gibi “İyi ki doğdun” melodisini söyleyerek kutladı beni. İlk ve en özel tebrikimi almıştım. Daha sonra sırayla arkadaşlarımdan mesajlar geldi. Sevinmiştim. Hatırlanmak güzeldi. Yatmadan önce O bir kez daha aradı. Annem evde olduğundan rahat konuşamıyordum ama yine de derdimi anlatabilecek kadar konuşabildik. Paket yolladığını ve içinde bir not olduğunu söyledi. Tahminlerim doğruydu. Anneme neler diyebileceğimden ona da bahsettim. En özel günümde yanımda olmasını o kadar çok isterdim ki. Bu sene böyle idare edeceğim artık. Bir süre bilgisayarda takıldıktan sonra yattım. Yarını iple çekiyordum. Uyandığımda annem kahvaltıyı hazırlamıştı. Kahvaltıdan sonra annem temizliğe başladı ben de ders çalışmaya. Ne de olsa yarın sınavlarım başlıyordu. İnsanın doğum gününde ders çalışmak zorunda olması kadar kötü bir şey var mı? Evet, var. Dünyalar kadar sevdiği, her şeyim dediği, onun için ölebileceği insanın yanında olmaması. Zaten kendimi bu duruma hazırladığımdan fazla da üzülmemiştim. En çok paketin ne zaman geleceğini, geldiğinde anneme ne diyeceğimi, içinden ne çıkacağını merak ediyordum. Bu stresle ders çalışmak imkânsızdı. Bir süre sonra bıraktım. Kalbim sabah uyandığımdan beri hızlı hızlı atıyordu. Bilgisayarın başında biraz zaman geçirmeye karar verdim. O kadar dalmıştım ki kapı çaldığında yerimden ok gibi fırladım. Neredeyse umudu kesmiştim çünkü hava kararmıştı. Annem kapıyı açmak için mutfaktan geliyordu ki “Ben açarım” dedim. Paketi aldıktan sonra annemin soru bombardımanı da başlamıştı. Geçiştirici şeyler söyledim neyse ki çok üstelemedi doğru düzgün bir cevap alabilmek için. Telefonda bel ölçümü sormuştu ben de pantolon alacağını düşünmüştüm. Hayır, küçücük bir kutuydu gelen. Heyecanım ve merakım daha da artmıştı. Ne olursa olsun açmalıydım. Lavaboya girip kapıyı kapattım. Açarken çıkacak bant sesleri duyulmasın diye musluğu açıp su dolduruyordum. Açtığımda gördüğüme inanamadım. Sağ gösterip sol vurmak diye buna denebilirdi. Aldığım en güzel hediyelerden biriydi bu. Hayır, ne olduğunu yazmayacağım ama emin olun süper bir şey! Geçen seneki doğum günü hediyemden (Yani Ondan!) sonra aldığım en güzel hediye diyebilirim. Heyecan içinde lavabodan çıktım ve paketi bir yere sakladım. Annem hiçbir şey sormadı. Akşam olduğunda birkaç arkadaşımdan daha tebrik mesajı geldi. Babamla internet üzerinden görüştüğümde ise bir şaşırtıcı haber de ondan duydum. O da bir paket göndermişti. İçinde ne olduğunu söylemedi. Sanırım yarın gelir. Heyecan doruktayken iş çıkışı saatinde O aradı. Gün içinde mesajlaşmıştık ve biraz morali bozuktu. Ancak konuşmamızda moralinin düzeldiğini söyledi. Keşke yanımda olabilseydi. Hiç değilse oralarda bir yerlerdeydi. Bunu bilmek bile beni mutlu ediyordu. Annemin gelmesine de henüz alışamamıştım. Değişik bir doğum günü geçiriyordum. Güzeldi, heyecanlıydı, iç gıdıklayıcıydı. Hayatımın unutamayacağım birkaç gününe bugün de eklenmişti.

7 Aralık 2006

Bölüm 30 - Hepsi Yalan

Günler hızla geçiyordu ama her gün kendi içinde çok karmaşık ve uzundu. Onunla bazen telefonda konuşuyorduk bazen de akşamları internet üzerinde konuşuyorduk. İş yerinde çok yoruluyordu. Üstelik aynı işi başka bir mağazada yapsa daha yüksek maaş alabileceğini öğrenmişti. Yılbaşına kadar çalışıp ayrılabileceğini söyledi telefonda. Çünkü ona söylenen çalışma saatlerinin dışına çıkılıyormuş. Bazen sabah erken, bazen de öğlen gidiyordu. Sabahları ben uyandırıyordum onu. Uyanması çok zor olsa da yine de kızamıyordum. Telefonu uykuluyken açtığında çok tatlı oluyordu. Onu uyandırdıktan sonra tekrar yatıyordum. Dün ise onu uyandırdıktan sonra arkadaşım Yasin'i almak için otogara gittim. Onu otogardan aldıktan sonra eve geldik. Dersim olmadığı için tüm gün evdeydik. Ertesi gün Edirne’ye gideceği için daha sonra biletini almak için çarşıya indik. Bu sabah ise gitti. Dönüşte de yanıma uğrayabileceğini söyledi. Onu yolcu ettikten sonra okula gittim. Dersteyken O’ndan mesaj geldi. Ev adresimi soruyordu. Gerçi geçen gün internette de yazmıştım. Nedenini biliyordum tabi ama içim kıpır kıpır olmuştu. Yarın doğum günümdü ve sanırım bir sürpriz yapacaktı. Eve geldikten sonra yemek yiyip, bilgisayarın başına oturdum. Oyun oynuyordum. Ev telefonum çaldı. Arayan babamdı. Normalde babam beni hiç aramazdı. Şaşırmıştım. “Annen bugün oraya geliyor” dedi. Şok olmuştum. Kafamda birden bir sürü soru işareti oluştu. Aslında sürpriz yapacaktı ama babam, bavulları olduğu için annemi otogardan almam gerektiğini söyledi. Evden çıkmam için bir buçuk saatim vardı. Hemen bilgisayarın başından kalktım. Duş aldıktan sonra bulaşıkları yıkadım ve etrafı topladım. O'nu tanıyan annemin sorabileceği tüm sorulara cevap arıyordum. Çünkü O’nu İzmit’te okuyor biliyordu. Onun hakkında bir şey sorduğunda neler diyebileceğimi düşündüm. Üstelik birkaç hafta önce Antalya'ya gittiğimden de haberi yoktu. Eve gelebilecek arkadaşlarımla konuşurken bile her şey ortaya çıkabilirdi. Çünkü arkadaşlarım O’nun Bursa’da okuduğunu ve şu an Antalya’da olduğunu biliyorlardı. Ayrıca diğer odadaki halıyı da O vermişti. Onu da soracaktı annem. Her şeyin cevabını düşündüm. O’nu sorarsa “Sınavları bitti, Antalya’ya döndü” diyecektim. Ancak en önemli soru şuydu. Yarın eve herhangi bir şey gelirse, ne diyecektim. Üstelik okula gitmem gerektiği için ben evde olmadığımda da gelebilirdi kargo. Gerçi ben evdeyken de gelse annem yine bin bir soru soracaktı. Buna da bir cevap düşünmüştüm. Bir şekilde gizlemeliyim ya da her şey ortaya çıkmasına göz yummalıyım. Bunları düşüne düşüne otogara gittim. Bu sırada O’na da mesaj attım ve annemin geliyor olduğunu söyledim. Otogarda biraz bekledikten sonra annemin de içinde olduğu otobüs geldi. Servise binip eve geldik. Yemek hazırlarken arkadaşım ders notu almaya geldi. Annemle selamlaştıktan sonra annem tekrar mutfağa döndü. Neyse ki arkadaşımda çok oturmadı. Şimdi ise annem içeride uzandı. Benimse yarın için heyecanım daha da arttı. Üstelik onunla da henüz konuşamamıştım. Bekliyordum. Acaba neler olacaktı?

4 Aralık 2006

Bölüm 29 - Meyve Salatası

Her sabah onu ben uyandırıyordum. Uykusu benim kadar hafif değildi. Bazen birkaç kez uzun uzun çaldıktan sonra açabiliyordu telefonu. Hem uyandığımda sesini duymak bana çok iyi geliyordu. İşine alışmış görünüyordu, tabi biraz daha zaman geçmeliydi. Sonuçta işe başlayalı daha bir hafta bile olmamıştı. Bense İzmit’e döndüğümden beri ev işleri dışında doğru düzgün bir şey yapmamıştım. Haftaya sınavlarım başlıyordu ama ders çalışmak içimden gelmiyordu her zaman olduğu gibi. Okula gidince belki tekrar hevesim yerine gelebilir diye düşünüyordum. Bu hafta arkadaşım Yasin İzmit’e gelecekti. Bir gün yanımda kalıp akrabalarının düğünü için Edirne’ye gidecekti. Her akşam yalnız uyumaya alışmıştım artık. Onsuzluk zor olsa bile bir süre böyle devam edeceği gerçeğini kabullenmiştim. Üzüntümün ve acımın yerini tatlı bir mutluluk almıştı bugün. Karamsarlığım terk etmişti beni. Birbirimizin değerini birbirimize uzak kaldığımızda anlıyorduk. Yan yanayken hiç olmayacak nedenlerden dolayı tartışıyorduk. Fakat birbirimizi özlemeye başladığımız an bunların hepsini unutuyorduk. Ne de olsa her ikimizden de birer tane yok muydu? Onun sayesinde insanları kırmanın ne kadar üzücü olabileceğini bir kez daha gördüm. Sokakta yan yana yürürken bile enerjisini hissedebiliyordum. Yanıma kalmaya geldiğinde onun her şeyinden ben sorumluymuşum gibi hissediyordum. Ne yemek istediğini her gün soruyordum. Bazen yemekleri o yapıyordu. Bir keresinde bana pizza bile yapmıştı. Ben hamuru açmayı göstermiştim. O kadar güzel olmuştu ki. Zaten önemli olan emekti. İçine sevgisini de katınca yaptığı hangi yemek güzel olmazdı ki? Benimle ilgilenmesi çok hoşuma gidiyordu. Arkadaşlarıyken bile arada bana dönüp benimle sohbet etmesi ya da beni sohbete dahil etmeye çalışması çok güzeldi. Çünkü genelde çekingen davranıyordum. Baş başa kaldığımızdaki çekingenliğim ise çoktan geçmişti. En ufak bir anda bile ona dokunuyordum. İçtiği sigara paketlerini, kullandığı saç sprey kutularını sakladım hep. Hatta İzmit-Bursa arası otobüs biletlerimizi bile özenle sıraya dizdim, onlar da dolabımda duruyor. En özeli ise, ilk görüşmemizde Bursa’ya dönerken bana otogardan aldığı sakızın paketi. Evet, çok saçma ve anlamsız gelebilir ama O aldı ya, bu bana yeter. Bilgisayarda oyun oynadığı zamanlar ev içinde kendime işler bulurdum. Ortalığı toplar, bulaşıkları yıkardım. Bir keresinde kek yapmıştım. Oyun oynamayı bıraktığında keki görmüş ve şaşırmıştı. Onu mutlu edebilecek her şeyi yapmaya hazırdım. İş ortamında neler yaşadığını göremesem de çok yorulduğunu anlayabiliyordum. Haftada bir gün izin günü vardı. Şehirlerimiz yakın olsaydı tüm gün boyunca onunla olabilmek isterdim. Birlikte gezip sinemaya gitmek, denizde yüzmek, trambolinde zıplamak, oyun oynamak, uyumak, yemek yemek. Onunla yaptığım her şeyi özlemiştim. Fakat zaman yine su gibi geçecek ve kendimi onun yanında bulacaktım. Hava olabildiğine güneşli, etraf cıvıl cıvıldı, kendimi ilkbahar aylarında gibi hissediyordum. Güzel günler bizi bekliyordu.

3 Aralık 2006

Bölüm 28 - Su Birikintisi

Zamanı dondurabilmek mümkün olsaydı neler olurdu? Hayat olmazdı. Onu tanıdıktan sonra bazı kavramların farklı anlamları da olduğunu öğrendim. Mesela geçmişte yaptığım hataları bugünkü aklım olsa yapar mıydım? Bazılarını evet, bazılarını hayır. Onunla tanışmamış olsaydım hayatımda neler olurdu? Sanırım hâlâ vücudumun istekleri için koşuyor olurdum. O bana bir insana nasıl bağlanılması gerektiğini öğretti. Paylaşmanın ne demek olduğunu, karşı tarafı mutlu edebilmek için bazı şeylerden vazgeçmek gerektiğini, isteklerini ertelemenin sonuçlarının bazen çok iyi olduğunu. Hayatını değiştirecek kararlar verirken önce kendini düşünür insan ama bu sefer düşünülecek sadece kendim değildim. Artık her hareketimde “Acaba o bu davranışıma ne der” diye düşünmeden edemiyordum. Yoğun iş temposu nedeniyle görüşebilme olanaklarımız iyice azalmıştı. İşten çıktığında telefonla konuştuk. Gün içinde yaptıklarını öyle heyecanla anlatıyordu ki. Can kulağıyla dinliyordum hepsini. Bir an için karşılıklı sohbet ediyormuşuz gibi hissettim. Uzaktık belki ama birbirimizi hâlâ çok iyi anlayabiliyorduk. Zamanla kaybolan bağlar bizde sanki sıkıcasına bağlanmış gibiydi. Bir dahaki görüşmemizin ne zaman olacağını bilmemek artık beni o kadar üzmüyordu. Zaman her şeyi gösterecekti ne de olsa. Eskiden bir günümüzü bile telefonla konuşmadan geçirmezdik. Bazen uzun uzun konuşurduk. Eski günleri özlemenin yanı sıra ileriki günlerimizde neler yaşayacağımızı hayal edemeden duramıyordum. Sanki denize açılmış bir sandal gibi, karadan uzaklaştıkça ileriyi görüyordum ancak arkama bakınca da her şey yavaş yavaş gözden kayboluyordu. Dünyayı tozpembe görmüyordum artık, her an her şey olabilirdi ama önemli olan bunlara kendini önceden hazırlamış olmandı. Telefonu kapatırken “Seni seviyorum” demesi o kadar hoşuma gidiyordu ki. Her zaman pozitif düşünmeye çalıştım, üzüntülerimi sıkıntılarımı ona yansıtmamaya çalıştım ama çoğu zaman başarılı olamadım. Çünkü beni çok iyi tanıyordu. En ufak bir açığımda beni soru yağmuruna tutuyordu. Eski günlerimizin geri gelmeyeceğini biliyordum. Sorun değildi çünkü ikimiz birbirimiz için var olduktan sonra nerede olursak olalım o an yaşadıklarımızı hep hatırlayacaktım. Günlerimiz birbirimizden uzakta geçerken aslında kimsenin bilmediği bir şey vardı. Onu her gün görüyordum aslında. Gözümü kapatmam yeterliydi.

2 Aralık 2006

Bölüm 27 - Uçurumun Kenarında

İzmit’e döndüğümde uzun süreden beri yanına gitmek için söz verdiğim arkadaşım Yasin’in yanına gidecektim. 4–5 gün kalıp geri dönecektim. Bunun için okulu asmam gerekiyordu çünkü ailesiyle birlikte Tokat-Niksar’da yaşıyordu. Aslında bu gezinin planlarını çok önceden yapmıştım ancak hayatıma O’nun girmesiyle birlikte her şey değişmişti. O da benimle gelecekti ama son aylarda onun işe girme durumu ortaya çıkınca bu kararından vazgeçmişti. Niksar’a vardığımda Yasin ve babası beni karşıladılar. Küçük bir yerdi o yüzden yapacak pek bir şeyimiz olmuyordu. Genelde evde oturuyorduk. Bu arada O’nun bir giyim mağazasına yaptığı iş başvurusu kabul edilmişti ve hafta başı görüşmeye çağırılmıştı. Niksar’dan İzmit’e döndüğüm gün, işe başladı. Hayatımızın değiştiğini gözlerimle de görebiliyordum artık. Çalışma koşulları uygun olmadığından telefonla görüşmemiz bile zora girmişti. Sadece öğlen tatili ve iş çıkışlarında görüşebiliyorduk. Birlikte yaptığımız planlar da suya düşmüştü. Okulumun tatil olduğu sürede görüşmek için plan yapmıştık. Ancak artık onun Antalya’dan ayrılabilme olanağı yoktu. Sorun sadece bu değildi tabi. Ben Antalya’ya gittiğimde de sınırlı bir süre içinde görüşebilecektik. İş hayatına girmiş olması onun günlük alışkanlıklarını da değiştirebilirdi. Onu koruma içgüdülerim isyan ediyordu sanki. Onu bu kadar fazla sahiplenmiş olmam canımın yanmasına neden oluyordu. Yapmasını istemediğim şeyleri yapmaktan söz ediyordu ve bu da sinirlerimi bozuyordu. O orada hayatın gerçekleriyle boğuşurken, ben buradaki küçük dünyamda kafamda türlü senaryolar kuruyordum. Çözüm yollarım kapanmıştı, okulum bile sanki beni bağlıyor gibiydi. Onu çalışırken görmek, her gün neler yaptığını izlemek, yeni arkadaşlarının nasıl insanlar olduğunu öğrenmek istiyordum. Onu uzun bir süre göremeyecek olma düşüncesine kendimi alıştırmaya çalışıyordum. Çünkü okulum tatile girmeden onun yanına gidebilme fırsatım yoktu. Sınavlarım bittiğinde araya yılbaşı ve bayram giriyor, sonra tekrar sınavlarım başlıyordu. Onu kontrol edebilme isteğimden kurtulmazsam başıma bela olacaktı. Belki de onu hiçbir şeyin üzmesini istemediğim için böyle bir savunma sistemi oluşturmuştum. Bazen yaptığı şeyler beni üzse bile sesimi çıkartmıyordum. Tanışma yıldönümümüze çok kısa bir süre kalmışken, geriye dönüp baktığımda ne kadar çok durumla karşı karşıya kaldığımıza bir kez daha şahit oldum. Bu bir sene içinde hayatıma onun girmesi dışında değişen bir şey olmamasına karşın, onun hayatı tamamen değişmişti. Okulunu bitirmiş ve bir süre boşlukta kaldıktan sonra nihayet işe girip iş hayatına atılabilmişti. Eski günlerimizi çok özlüyordum. Keşke yine Bursa’da olsaydı. Her hafta sonu yanına giderdim. Onsuzluğun ne demek olduğunu bu günlerde daha iyi anlıyordum. En çok da olaylara müdahale edememem sıkıntıya sokuyordu beni. Onunla baş başa yaşadığımız, bizi kimsenin rahatsız etmediği, her sabah uyandığımda onu yanımda bulacağım ev hayali çok uzaklarda görünüyordu. Onun kafamdaki görüntüsünün değişmesine katlanamıyordum ama bazen aklıma hiç gelmeyecek şekilde davranabiliyordu. Onu kaybetmek istemiyordum ve bunun için elimden ne geliyorsa yapmaya hazırdım. Kendimi çoktan feda etmiştim. Eskiye göre daha sorumsuz olmuştum bazı konularda. Sadece onun mutluluğuyla mutlu olabiliyordum. Kendi kendimi tedavi etmeye çalışıyordum ama başaramıyordum. Bazı saplantılarımdan kurtulmak imkânsızdı. Doktorum oydu ama tedavimiz aksıyordu. Bu dönemde daha kötü olmamak için çoğu şeyden vazgeçmiştim. Okuluma hiçbir zaman gereken önemi gösterememiştim. Şimdi ise neredeyse umurumda değildi. Sorun sadece onsuzluk muydu? Bilmiyordum. Tek bildiğim iyi olmadığımdı.