29 Aralık 2006

Bölüm 34 - Romantizme Yolculuk

İzmir’e dönmüştüm. Hem bayram hem de yılbaşı için buradaydım. Zaten daha sonra da sınavlarım için İzmit’e geri dönecektim. Evde günlerim sıkıcı geçiyordu. Arkadaşım Buket’le dışarı çıktığımız günler kendimi iyi hissediyordum. Çünkü Buket’e O’ndan gönül rahatlığıyla bahsedebiliyordum. Onunla görüşebilme olanaklarımız değişmemişti. İnterneti hâlâ yoktu ve sadece telefonda konuşabiliyorduk. Bayramdan sonra işyerinden parasını alınca işten çıkıp yanıma, İzmit’e gelebileceğini söylüyordu. Eğer gelebilirse çok güzel olur. Çünkü bir ayı aşkın süredir birbirimizi göremiyorduk. Bundan daha uzun bir süredir de birlikte uyuyamıyorduk. Eğer o gelemezse ben sınavlarımdan sonra Antalya’ya gitmeyi düşünüyordum. Babam son Antalya gezimi öğrenmişti. Eve gelen banka kartı hesap özeti beni ele vermişti. Neyse ki pek bir şey demedi. Ama sınavlardan sonraki gezim için izin istediğimde sorun çıkartabilirdi. Onun yanımda olması dışında istediğim bir şey yoktu. Bu kadar uzun süre ayrı kalmaya alışık değildim. Onu başından beri ailemden biri olarak görüyordum. Annemi babamı nasıl inkâr edemezsem, onun da sevgilim olduğunu inkâr edemem diye düşündüm hep. Onsuz bir hayatım olacaksa, eminim dayanılmaz olur. Onu kollarıma aldığımda hiç bırakmak zorunda olmasam keşke. Dizime yatıp uykuya daldığında zaman dursa, sarılıp uyuduğumuzda rüyalarımızda sonsuza kadar birlikte olsak. Akan bir dere gibi, içimdeki heyecan hep şekil değiştiriyordu. Bazen kalbim hızlıca çarpıyor, bazen de eski günlerimiz aklıma geliyor mutlu oluyordum. Oradaydı, benimdi, onu tüm kalbimle hissediyordum. Az kalmıştı, hasret bitmeliydi.

19 Aralık 2006

Bölüm 33 - Günler Geçiyor

Buraya yazmaya başlarken tek ve sadece kendim için yazacağım demiştim. Çünkü yazmak bana mutluluk veriyordu. Anılarımı hatırlayarak mutlu oluyordum. Fakat şimdi burayı okuyanlar, sizler varsınız. İçimden geldikçe buraya yazmaya çalışıyorum. Ancak merak etmeden de duramıyorum. Acaba yazdıklarımı nasıl buluyorsunuz? Her birinizden az ya da çok bir şeyler okumak isterdim. O’nsuz geçirdiğim bu günlerimde kafam karmakarışık. Üzgün bir halde yaşamaya çalışıyorum, alıştım da. Onu tekrar kollarımda göreceğim günü iple çekiyorum. Ancak şöyle bir gerçek var ki o gün ne zaman gelecek bilmiyorum. Kendimce fırsatlar yaratabilmek istiyorum ama gücüm bir yer kadar yetiyor. Bazen hislerimi kelimelere dökmekte öyle zorlanıyorum ki. Tıpkı ona âşık olduğumu anladığımda hissettiklerim gibi. Ona olan sevgim sanki damarlarımdaki kan gibi tüm vücudumu dolaşıyordu. Her yerimde, her anımda onu hissediyordum. Her gece yatmadan önce dua ediyordum, hiç değilse rüyalarımda göreyim onu, kollarında uyuyayım diye. Sabah uyandığımda yüzümde bir gülümseme oluyordu. Çünkü onu görmüş oluyordum. Günlerim boş ve anlamsız geçerken, hayatımın tek anlamı, hayatım kendisi olan O, bana devam etme gücü veren tek varlıktı.

13 Aralık 2006

Bölüm 32 - Rüzgâra Karşı Koşarken

Doğum günümün üzerinden günler geçmişti. Annem bugün sabah gitti. Bense sınavlarımla uğraşıyorum. Annem buradayken yemek, bulaşık, temizlik derdim olmadı. Gerçi Onunla konuştuktan sonra annem hep “Kiminle konuşuyorsun bu kadar uzun?” diye sordu ama hep geçiştirdim. Annem gidince yalnızlığa alışmak zor geldi ilk başta. Annemi çok seviyordum ama bazı konularda değişmeyen fikirleri vardı. Okula gittiğim sırada dolabımı karıştırmış olabileceğinden de şüpheleniyorum. Gerçi bulmaması gereken her şeyi saklamıştım. Keşke anneme O’ndan bahsedebilseydim, o benim sevgilim diyebilseydim. Ailemden birinin bana destek verdiğini görmek çok iyi olurdu. Bu arada onunla görüşme olanaklarımız daha da azalmıştı. İnterneti kesilmişti bu yüzden sadece telefonla görüşebiliyorduk. Kontör dayanmıyordu tabi. Ayrı olmaya alışmıştım artık. Yaklaşık üç haftadır görmüyorduk birbirimizi. Aynı evde yaşadığımız, sayılı ama güzel günleri özledim. Sınavlarımın durumu berbatken bir de ayrılık acısı bende kafa bırakmıyordu. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Nereye kadar böyle gidecekti ki? Bir yerden sonra bu durumu düzeltmeliydim. Derslerimden bahsediyorum. Kaçmak değil başarmak istiyorum. Beceremiyorum.

8 Aralık 2006

Bölüm 31 - Özel Bir Gün

Saatler tam gece yarısını gösterdiğinde telefonum çaldı. Arayan O’ydu. Tıpkı onun doğum gününde benim yaptığım gibi “İyi ki doğdun” melodisini söyleyerek kutladı beni. İlk ve en özel tebrikimi almıştım. Daha sonra sırayla arkadaşlarımdan mesajlar geldi. Sevinmiştim. Hatırlanmak güzeldi. Yatmadan önce O bir kez daha aradı. Annem evde olduğundan rahat konuşamıyordum ama yine de derdimi anlatabilecek kadar konuşabildik. Paket yolladığını ve içinde bir not olduğunu söyledi. Tahminlerim doğruydu. Anneme neler diyebileceğimden ona da bahsettim. En özel günümde yanımda olmasını o kadar çok isterdim ki. Bu sene böyle idare edeceğim artık. Bir süre bilgisayarda takıldıktan sonra yattım. Yarını iple çekiyordum. Uyandığımda annem kahvaltıyı hazırlamıştı. Kahvaltıdan sonra annem temizliğe başladı ben de ders çalışmaya. Ne de olsa yarın sınavlarım başlıyordu. İnsanın doğum gününde ders çalışmak zorunda olması kadar kötü bir şey var mı? Evet, var. Dünyalar kadar sevdiği, her şeyim dediği, onun için ölebileceği insanın yanında olmaması. Zaten kendimi bu duruma hazırladığımdan fazla da üzülmemiştim. En çok paketin ne zaman geleceğini, geldiğinde anneme ne diyeceğimi, içinden ne çıkacağını merak ediyordum. Bu stresle ders çalışmak imkânsızdı. Bir süre sonra bıraktım. Kalbim sabah uyandığımdan beri hızlı hızlı atıyordu. Bilgisayarın başında biraz zaman geçirmeye karar verdim. O kadar dalmıştım ki kapı çaldığında yerimden ok gibi fırladım. Neredeyse umudu kesmiştim çünkü hava kararmıştı. Annem kapıyı açmak için mutfaktan geliyordu ki “Ben açarım” dedim. Paketi aldıktan sonra annemin soru bombardımanı da başlamıştı. Geçiştirici şeyler söyledim neyse ki çok üstelemedi doğru düzgün bir cevap alabilmek için. Telefonda bel ölçümü sormuştu ben de pantolon alacağını düşünmüştüm. Hayır, küçücük bir kutuydu gelen. Heyecanım ve merakım daha da artmıştı. Ne olursa olsun açmalıydım. Lavaboya girip kapıyı kapattım. Açarken çıkacak bant sesleri duyulmasın diye musluğu açıp su dolduruyordum. Açtığımda gördüğüme inanamadım. Sağ gösterip sol vurmak diye buna denebilirdi. Aldığım en güzel hediyelerden biriydi bu. Hayır, ne olduğunu yazmayacağım ama emin olun süper bir şey! Geçen seneki doğum günü hediyemden (Yani Ondan!) sonra aldığım en güzel hediye diyebilirim. Heyecan içinde lavabodan çıktım ve paketi bir yere sakladım. Annem hiçbir şey sormadı. Akşam olduğunda birkaç arkadaşımdan daha tebrik mesajı geldi. Babamla internet üzerinden görüştüğümde ise bir şaşırtıcı haber de ondan duydum. O da bir paket göndermişti. İçinde ne olduğunu söylemedi. Sanırım yarın gelir. Heyecan doruktayken iş çıkışı saatinde O aradı. Gün içinde mesajlaşmıştık ve biraz morali bozuktu. Ancak konuşmamızda moralinin düzeldiğini söyledi. Keşke yanımda olabilseydi. Hiç değilse oralarda bir yerlerdeydi. Bunu bilmek bile beni mutlu ediyordu. Annemin gelmesine de henüz alışamamıştım. Değişik bir doğum günü geçiriyordum. Güzeldi, heyecanlıydı, iç gıdıklayıcıydı. Hayatımın unutamayacağım birkaç gününe bugün de eklenmişti.

7 Aralık 2006

Bölüm 30 - Hepsi Yalan

Günler hızla geçiyordu ama her gün kendi içinde çok karmaşık ve uzundu. Onunla bazen telefonda konuşuyorduk bazen de akşamları internet üzerinde konuşuyorduk. İş yerinde çok yoruluyordu. Üstelik aynı işi başka bir mağazada yapsa daha yüksek maaş alabileceğini öğrenmişti. Yılbaşına kadar çalışıp ayrılabileceğini söyledi telefonda. Çünkü ona söylenen çalışma saatlerinin dışına çıkılıyormuş. Bazen sabah erken, bazen de öğlen gidiyordu. Sabahları ben uyandırıyordum onu. Uyanması çok zor olsa da yine de kızamıyordum. Telefonu uykuluyken açtığında çok tatlı oluyordu. Onu uyandırdıktan sonra tekrar yatıyordum. Dün ise onu uyandırdıktan sonra arkadaşım Yasin'i almak için otogara gittim. Onu otogardan aldıktan sonra eve geldik. Dersim olmadığı için tüm gün evdeydik. Ertesi gün Edirne’ye gideceği için daha sonra biletini almak için çarşıya indik. Bu sabah ise gitti. Dönüşte de yanıma uğrayabileceğini söyledi. Onu yolcu ettikten sonra okula gittim. Dersteyken O’ndan mesaj geldi. Ev adresimi soruyordu. Gerçi geçen gün internette de yazmıştım. Nedenini biliyordum tabi ama içim kıpır kıpır olmuştu. Yarın doğum günümdü ve sanırım bir sürpriz yapacaktı. Eve geldikten sonra yemek yiyip, bilgisayarın başına oturdum. Oyun oynuyordum. Ev telefonum çaldı. Arayan babamdı. Normalde babam beni hiç aramazdı. Şaşırmıştım. “Annen bugün oraya geliyor” dedi. Şok olmuştum. Kafamda birden bir sürü soru işareti oluştu. Aslında sürpriz yapacaktı ama babam, bavulları olduğu için annemi otogardan almam gerektiğini söyledi. Evden çıkmam için bir buçuk saatim vardı. Hemen bilgisayarın başından kalktım. Duş aldıktan sonra bulaşıkları yıkadım ve etrafı topladım. O'nu tanıyan annemin sorabileceği tüm sorulara cevap arıyordum. Çünkü O’nu İzmit’te okuyor biliyordu. Onun hakkında bir şey sorduğunda neler diyebileceğimi düşündüm. Üstelik birkaç hafta önce Antalya'ya gittiğimden de haberi yoktu. Eve gelebilecek arkadaşlarımla konuşurken bile her şey ortaya çıkabilirdi. Çünkü arkadaşlarım O’nun Bursa’da okuduğunu ve şu an Antalya’da olduğunu biliyorlardı. Ayrıca diğer odadaki halıyı da O vermişti. Onu da soracaktı annem. Her şeyin cevabını düşündüm. O’nu sorarsa “Sınavları bitti, Antalya’ya döndü” diyecektim. Ancak en önemli soru şuydu. Yarın eve herhangi bir şey gelirse, ne diyecektim. Üstelik okula gitmem gerektiği için ben evde olmadığımda da gelebilirdi kargo. Gerçi ben evdeyken de gelse annem yine bin bir soru soracaktı. Buna da bir cevap düşünmüştüm. Bir şekilde gizlemeliyim ya da her şey ortaya çıkmasına göz yummalıyım. Bunları düşüne düşüne otogara gittim. Bu sırada O’na da mesaj attım ve annemin geliyor olduğunu söyledim. Otogarda biraz bekledikten sonra annemin de içinde olduğu otobüs geldi. Servise binip eve geldik. Yemek hazırlarken arkadaşım ders notu almaya geldi. Annemle selamlaştıktan sonra annem tekrar mutfağa döndü. Neyse ki arkadaşımda çok oturmadı. Şimdi ise annem içeride uzandı. Benimse yarın için heyecanım daha da arttı. Üstelik onunla da henüz konuşamamıştım. Bekliyordum. Acaba neler olacaktı?

4 Aralık 2006

Bölüm 29 - Meyve Salatası

Her sabah onu ben uyandırıyordum. Uykusu benim kadar hafif değildi. Bazen birkaç kez uzun uzun çaldıktan sonra açabiliyordu telefonu. Hem uyandığımda sesini duymak bana çok iyi geliyordu. İşine alışmış görünüyordu, tabi biraz daha zaman geçmeliydi. Sonuçta işe başlayalı daha bir hafta bile olmamıştı. Bense İzmit’e döndüğümden beri ev işleri dışında doğru düzgün bir şey yapmamıştım. Haftaya sınavlarım başlıyordu ama ders çalışmak içimden gelmiyordu her zaman olduğu gibi. Okula gidince belki tekrar hevesim yerine gelebilir diye düşünüyordum. Bu hafta arkadaşım Yasin İzmit’e gelecekti. Bir gün yanımda kalıp akrabalarının düğünü için Edirne’ye gidecekti. Her akşam yalnız uyumaya alışmıştım artık. Onsuzluk zor olsa bile bir süre böyle devam edeceği gerçeğini kabullenmiştim. Üzüntümün ve acımın yerini tatlı bir mutluluk almıştı bugün. Karamsarlığım terk etmişti beni. Birbirimizin değerini birbirimize uzak kaldığımızda anlıyorduk. Yan yanayken hiç olmayacak nedenlerden dolayı tartışıyorduk. Fakat birbirimizi özlemeye başladığımız an bunların hepsini unutuyorduk. Ne de olsa her ikimizden de birer tane yok muydu? Onun sayesinde insanları kırmanın ne kadar üzücü olabileceğini bir kez daha gördüm. Sokakta yan yana yürürken bile enerjisini hissedebiliyordum. Yanıma kalmaya geldiğinde onun her şeyinden ben sorumluymuşum gibi hissediyordum. Ne yemek istediğini her gün soruyordum. Bazen yemekleri o yapıyordu. Bir keresinde bana pizza bile yapmıştı. Ben hamuru açmayı göstermiştim. O kadar güzel olmuştu ki. Zaten önemli olan emekti. İçine sevgisini de katınca yaptığı hangi yemek güzel olmazdı ki? Benimle ilgilenmesi çok hoşuma gidiyordu. Arkadaşlarıyken bile arada bana dönüp benimle sohbet etmesi ya da beni sohbete dahil etmeye çalışması çok güzeldi. Çünkü genelde çekingen davranıyordum. Baş başa kaldığımızdaki çekingenliğim ise çoktan geçmişti. En ufak bir anda bile ona dokunuyordum. İçtiği sigara paketlerini, kullandığı saç sprey kutularını sakladım hep. Hatta İzmit-Bursa arası otobüs biletlerimizi bile özenle sıraya dizdim, onlar da dolabımda duruyor. En özeli ise, ilk görüşmemizde Bursa’ya dönerken bana otogardan aldığı sakızın paketi. Evet, çok saçma ve anlamsız gelebilir ama O aldı ya, bu bana yeter. Bilgisayarda oyun oynadığı zamanlar ev içinde kendime işler bulurdum. Ortalığı toplar, bulaşıkları yıkardım. Bir keresinde kek yapmıştım. Oyun oynamayı bıraktığında keki görmüş ve şaşırmıştı. Onu mutlu edebilecek her şeyi yapmaya hazırdım. İş ortamında neler yaşadığını göremesem de çok yorulduğunu anlayabiliyordum. Haftada bir gün izin günü vardı. Şehirlerimiz yakın olsaydı tüm gün boyunca onunla olabilmek isterdim. Birlikte gezip sinemaya gitmek, denizde yüzmek, trambolinde zıplamak, oyun oynamak, uyumak, yemek yemek. Onunla yaptığım her şeyi özlemiştim. Fakat zaman yine su gibi geçecek ve kendimi onun yanında bulacaktım. Hava olabildiğine güneşli, etraf cıvıl cıvıldı, kendimi ilkbahar aylarında gibi hissediyordum. Güzel günler bizi bekliyordu.

3 Aralık 2006

Bölüm 28 - Su Birikintisi

Zamanı dondurabilmek mümkün olsaydı neler olurdu? Hayat olmazdı. Onu tanıdıktan sonra bazı kavramların farklı anlamları da olduğunu öğrendim. Mesela geçmişte yaptığım hataları bugünkü aklım olsa yapar mıydım? Bazılarını evet, bazılarını hayır. Onunla tanışmamış olsaydım hayatımda neler olurdu? Sanırım hâlâ vücudumun istekleri için koşuyor olurdum. O bana bir insana nasıl bağlanılması gerektiğini öğretti. Paylaşmanın ne demek olduğunu, karşı tarafı mutlu edebilmek için bazı şeylerden vazgeçmek gerektiğini, isteklerini ertelemenin sonuçlarının bazen çok iyi olduğunu. Hayatını değiştirecek kararlar verirken önce kendini düşünür insan ama bu sefer düşünülecek sadece kendim değildim. Artık her hareketimde “Acaba o bu davranışıma ne der” diye düşünmeden edemiyordum. Yoğun iş temposu nedeniyle görüşebilme olanaklarımız iyice azalmıştı. İşten çıktığında telefonla konuştuk. Gün içinde yaptıklarını öyle heyecanla anlatıyordu ki. Can kulağıyla dinliyordum hepsini. Bir an için karşılıklı sohbet ediyormuşuz gibi hissettim. Uzaktık belki ama birbirimizi hâlâ çok iyi anlayabiliyorduk. Zamanla kaybolan bağlar bizde sanki sıkıcasına bağlanmış gibiydi. Bir dahaki görüşmemizin ne zaman olacağını bilmemek artık beni o kadar üzmüyordu. Zaman her şeyi gösterecekti ne de olsa. Eskiden bir günümüzü bile telefonla konuşmadan geçirmezdik. Bazen uzun uzun konuşurduk. Eski günleri özlemenin yanı sıra ileriki günlerimizde neler yaşayacağımızı hayal edemeden duramıyordum. Sanki denize açılmış bir sandal gibi, karadan uzaklaştıkça ileriyi görüyordum ancak arkama bakınca da her şey yavaş yavaş gözden kayboluyordu. Dünyayı tozpembe görmüyordum artık, her an her şey olabilirdi ama önemli olan bunlara kendini önceden hazırlamış olmandı. Telefonu kapatırken “Seni seviyorum” demesi o kadar hoşuma gidiyordu ki. Her zaman pozitif düşünmeye çalıştım, üzüntülerimi sıkıntılarımı ona yansıtmamaya çalıştım ama çoğu zaman başarılı olamadım. Çünkü beni çok iyi tanıyordu. En ufak bir açığımda beni soru yağmuruna tutuyordu. Eski günlerimizin geri gelmeyeceğini biliyordum. Sorun değildi çünkü ikimiz birbirimiz için var olduktan sonra nerede olursak olalım o an yaşadıklarımızı hep hatırlayacaktım. Günlerimiz birbirimizden uzakta geçerken aslında kimsenin bilmediği bir şey vardı. Onu her gün görüyordum aslında. Gözümü kapatmam yeterliydi.

2 Aralık 2006

Bölüm 27 - Uçurumun Kenarında

İzmit’e döndüğümde uzun süreden beri yanına gitmek için söz verdiğim arkadaşım Yasin’in yanına gidecektim. 4–5 gün kalıp geri dönecektim. Bunun için okulu asmam gerekiyordu çünkü ailesiyle birlikte Tokat-Niksar’da yaşıyordu. Aslında bu gezinin planlarını çok önceden yapmıştım ancak hayatıma O’nun girmesiyle birlikte her şey değişmişti. O da benimle gelecekti ama son aylarda onun işe girme durumu ortaya çıkınca bu kararından vazgeçmişti. Niksar’a vardığımda Yasin ve babası beni karşıladılar. Küçük bir yerdi o yüzden yapacak pek bir şeyimiz olmuyordu. Genelde evde oturuyorduk. Bu arada O’nun bir giyim mağazasına yaptığı iş başvurusu kabul edilmişti ve hafta başı görüşmeye çağırılmıştı. Niksar’dan İzmit’e döndüğüm gün, işe başladı. Hayatımızın değiştiğini gözlerimle de görebiliyordum artık. Çalışma koşulları uygun olmadığından telefonla görüşmemiz bile zora girmişti. Sadece öğlen tatili ve iş çıkışlarında görüşebiliyorduk. Birlikte yaptığımız planlar da suya düşmüştü. Okulumun tatil olduğu sürede görüşmek için plan yapmıştık. Ancak artık onun Antalya’dan ayrılabilme olanağı yoktu. Sorun sadece bu değildi tabi. Ben Antalya’ya gittiğimde de sınırlı bir süre içinde görüşebilecektik. İş hayatına girmiş olması onun günlük alışkanlıklarını da değiştirebilirdi. Onu koruma içgüdülerim isyan ediyordu sanki. Onu bu kadar fazla sahiplenmiş olmam canımın yanmasına neden oluyordu. Yapmasını istemediğim şeyleri yapmaktan söz ediyordu ve bu da sinirlerimi bozuyordu. O orada hayatın gerçekleriyle boğuşurken, ben buradaki küçük dünyamda kafamda türlü senaryolar kuruyordum. Çözüm yollarım kapanmıştı, okulum bile sanki beni bağlıyor gibiydi. Onu çalışırken görmek, her gün neler yaptığını izlemek, yeni arkadaşlarının nasıl insanlar olduğunu öğrenmek istiyordum. Onu uzun bir süre göremeyecek olma düşüncesine kendimi alıştırmaya çalışıyordum. Çünkü okulum tatile girmeden onun yanına gidebilme fırsatım yoktu. Sınavlarım bittiğinde araya yılbaşı ve bayram giriyor, sonra tekrar sınavlarım başlıyordu. Onu kontrol edebilme isteğimden kurtulmazsam başıma bela olacaktı. Belki de onu hiçbir şeyin üzmesini istemediğim için böyle bir savunma sistemi oluşturmuştum. Bazen yaptığı şeyler beni üzse bile sesimi çıkartmıyordum. Tanışma yıldönümümüze çok kısa bir süre kalmışken, geriye dönüp baktığımda ne kadar çok durumla karşı karşıya kaldığımıza bir kez daha şahit oldum. Bu bir sene içinde hayatıma onun girmesi dışında değişen bir şey olmamasına karşın, onun hayatı tamamen değişmişti. Okulunu bitirmiş ve bir süre boşlukta kaldıktan sonra nihayet işe girip iş hayatına atılabilmişti. Eski günlerimizi çok özlüyordum. Keşke yine Bursa’da olsaydı. Her hafta sonu yanına giderdim. Onsuzluğun ne demek olduğunu bu günlerde daha iyi anlıyordum. En çok da olaylara müdahale edememem sıkıntıya sokuyordu beni. Onunla baş başa yaşadığımız, bizi kimsenin rahatsız etmediği, her sabah uyandığımda onu yanımda bulacağım ev hayali çok uzaklarda görünüyordu. Onun kafamdaki görüntüsünün değişmesine katlanamıyordum ama bazen aklıma hiç gelmeyecek şekilde davranabiliyordu. Onu kaybetmek istemiyordum ve bunun için elimden ne geliyorsa yapmaya hazırdım. Kendimi çoktan feda etmiştim. Eskiye göre daha sorumsuz olmuştum bazı konularda. Sadece onun mutluluğuyla mutlu olabiliyordum. Kendi kendimi tedavi etmeye çalışıyordum ama başaramıyordum. Bazı saplantılarımdan kurtulmak imkânsızdı. Doktorum oydu ama tedavimiz aksıyordu. Bu dönemde daha kötü olmamak için çoğu şeyden vazgeçmiştim. Okuluma hiçbir zaman gereken önemi gösterememiştim. Şimdi ise neredeyse umurumda değildi. Sorun sadece onsuzluk muydu? Bilmiyordum. Tek bildiğim iyi olmadığımdı.

30 Kasım 2006

Bölüm 26 - Hayallerini Yakala

Uyanma vakti gelmişti. Bertan bizi kahvaltıya bekliyordu. Erkenden hazırlanıp çıktık. Buradaki son saatlerimi geçirdiğimi bildiğimden her saniyenin tadını çıkartmak istiyordum. Hep bana “Seni kollarımın arasında sıkıca sarıp, kalbimin içine sokmak istiyorum” derdi. Keşke hep orada kalabilseydim. Gerçekler bazen kabul edilemeyecek kadar acıydı fakat bugüne kadar yaşadıklarımız da gerçeğin bir parçasıydı ve zaman bile değiştiremezdi artık onları. Ayrıyken bizi ayakta tutan şeylerden biri de bu olmalıydı. Çok güzel bir kahvaltıdan sonra Bertan’ların evinde bir süre takıldık. Aslında ikimiz de rahat duramıyorduk ama en fazla birbirimizin elini tutabilmiştik. Daha sonra çantamı hazırlamak için o’nun evine geri döndük. Hazırlanıp evden çıkmadan önce, güle güle öpücüğü verdik birbirimize. Keşke birlikte uyuyabilme fırsatımız da olsaydı. Yanındaydım ama dokunamıyordum, görüyordum ama öpemiyordum. Biliyordum, delice seviyordum. İşte buna kimse karışamazdı. Bunu bilmek, yapamadığın şeyler için dayanma gücü veriyordu insana. Evden çıktık ve Bertan’ı aldık. Mete de geliyordu beni uğurlamaya. Dolmuşa binip Mete’yle buluşacağımız yere geldik. Birkaç dakika sonra o da bize katıldı ve otogara doğru yürümeye başladık. Sanki herkeste bir hüzün vardı ya da bana öyle geliyordu. O an uzansam dokunabileceğim uzaklıkta olduklarımı kim bilir bir daha ne zaman görecektim. O’nun İzmit’e gelmesi çok zordu artık. Bir sürü iş başvurusu yapmıştı ve içlerinden birinde mutlaka çalışmaya başlayacaktı. Bertan ve Mete’nin ise okulları olduğu için İzmit’e gelme gibi bir olasılıkları hiç olmamıştı. Tek çare tekrar Antalya’ya gitmemdi. İlk fırsatta gidecektim zaten. Sorun ise o fırsatın ne zaman karşıma çıkacağını bilmememdi. Ondan ayrıldığımda sanki üzerime giydiğim ve beni her şeyden koruyan pelerinimi çıkartıyordum. Küçücük şeyler bile beni incitebiliyordu. Aniden sinirlenebiliyor, hemen moralim bozuluyordu. Çoğu zaman gün içinde onunla konuşmadığım zamanlar, yapacağım işlere odaklanamıyordum. Geri dönmek istemiyordum. Otobüse binme vaktim geldiğinde hepsiyle tek tek vedalaştım. En üzüntülü anımda arkadaşlarımın da yanımda olması kendimi biraz da olsa iyi hissetmemi sağlamıştı. Otobüs hareket ederken dönüp uzun süre el salladım. Gidiyordum, inanamıyorum. Yaşadıklarımız bir toz bulutu gibi kafamda dolaşıyordu. Aklıma birdenbire gelen her ayrıntı, vücuduma saplanan küçük oklar gibiydi. Bir daha görüşene kadar onu sadece rüyalarımda görmekle yetinecektim. Gözlerimi kapattım ama gözyaşlarım sınır tanımıyordu. Artık kimseden çekinmiyordum. Sessiz bir şekilde uzun süre ağladım. Neden hep üzülüyorduk? Onunla geçirdiğim günlerin değil, onsuz olduğum günlerin sayılı olmasını istiyordum artık. Ayrılığın ilacı aslında bende gizliydi. Kalbimde onun bana olan tüm sevgisini hissedebiliyordum. Gözümü kapatıp elimi uzattığımda beni yakalayıp hayal dünyasına çekiyordu. Orada istediğim kadar kalabiliyordum. Ne geri dönmem gerekiyordu ne de ondan ayrılmak zorunda kalıyordum. Dilediğim kadar öpüyordum, onunla birlikte uyuyordum. Bu sefer hayal dünyam bile sular altında kalmıştı. Üzüntüm hiç olmadığı kadar büyüktü. Ona olan sevgim arttıkça, ayrıldığımda duyduğum üzüntü de artıyordu. İkimiz de bir labirentin içindeydik ve çıkış yolunu bulamıyorduk. Aşkımız çözümsüzdü çünkü birbirimize düğümlenmiştik.

Bölüm 25 - Küçük Bir Dokunuş

Ertesi gün geldiğinde, onunla tanıştığımızdan beri hiç yapamadığımız bir şeyi yapacaktık. Sinemaya gitmek. Evet, baş başa bir sürü film seyretmiştik ama sinemada izlemenin tadı ayrıydı. Mete bugün bizimle olamayacaktı, Bertan’ı aradığımda ise bize sinemadan sonra katılmak istediğini söyledi. Hazırlanıp çıktık. Evlerinin yakınında bulunan alışveriş merkezine geldik. Seanslara baktığımızda daha zamanımızın olduğunu gördük ve bir şeyler yedik. Onunla birlikteyken kendimi tamamlanmış hissediyordum. Ona göre daha çekingendim. Konuşkan olan o, sessiz olan bendim. Belki de bu sessizliğim duygularımdan kaynaklanıyordu. Onu her an sevmek, her an elini tutmak isterken, kurabileceğim yanlış bir cümle aramızda buz dağları oluşmasına neden olabiliyordu. Bunun nedeni sözlerimin bazen çok keskin olmasıydı. Neden bilmiyorum ama sanırım söylemek istediğimi dolaylı değil de direk söylediğim için başıma geliyordu her şey. Onu kırdığımda içimde fırtınalar kopuyordu. Bazen hiç düşünmeden kurduğum cümleler onu yaralıyor, daha sonra bu yaralar git gide büyüyerek kapanması zor bir hal alıyordu. Onu hiçbir şeyin üzmesine izin vermek istemezken, günün sonunda benim yüzümden ağlıyorsa, daha ne kadar kötü hissedebilirdim ki? Canımdı o benim, çok farklıydık ama bir o kadar da ortak yönümüz vardı. İkimizin de ilgiye fazlasıyla ihtiyacı vardı ve ben her koşulda ona olan ilgimi dile getiriyordum. Baş başa olmamız nedeniyle düşünmeye daha fazla vaktim olmuştu. Mutluydum, onunlaydım. Sinemaya girdiğimizde filmin başından sonuna kadar hiç olmadığım kadar heyecanlıydım. Bizden başka birkaç kişi daha vardı ama yine de elini tutabilme fırsatım olmuştu. Herkesin ortasında seni seviyorum diye bağırabilecek kadar cesaretim var mıydı? Yalnızken yapabileceğimizin çoğu şeyi toplum içinde yapmak çok daha heyecanlı geliyordu insana. Ne gerek vardı ki? Birbirimizi sevdiğimizi bizi tanımayanların bilmesine ne gerek vardı? Filmden çıktığımızda sanki şoka uğramış gibiydim. Filmin duygusallığı, ondan ayrılacak olmamın üzüntüsüyle birleşip beni bir balyoz darbesi gibi yıkmıştı adeta. Keşke hiç bitmeseydi film. Hep içeride kalsaydık, sonsuza kadar, o ve ben. Eve dönerken yolda gözyaşlarıma zor hâkim oldum. Onun yanında bile ağlamaya çekinen ben, şimdi sokak ortasında mı ağlayacaktım? Kendimi tuttum, zordu ama içimde biriken gözyaşlarım er ya da geç dışarı açılacaktı. Sadece şu an doğru zaman değildi. Bertan’a sinemadan çıktığımızı haber verdim fakat uygun olmadığını ve yarın görüşebileceğimiz söyledi. Bunun üzerine eve döndük. Bilgisayarda zamanımı geçirirken o da spora gidip geldi. Bu gece son gecemdi. Gerçeği bilmeme rağmen sanki oradan hiç gitmeyecekmişim gibi alıştırmıştım kendimi o eve. İçimde yanan alevleri söndürmek için artık çok geçti. Canım yanıyordu. Daha fazla dayanamayıp yattım. Bilgisayarda takıldıktan sonra yanıma geleceğini söyledi. Gece uyandığımda yine yanımdaydı. Arkamdan belime sarılmış, ellerimi tutuyordu. “Yüzünü dönme, bu şekilde biraz yatalım” dedi. O şekilde ne kadar durduk bilmiyorum ama sanki uçurumdan düşecekken koşarak yanıma gelip beni kurtarmış gibi hissediyordum. İçimde ona karşı hissettiğim tüm duygular doruk noktasındaydı o an. Birbirimizi öptükten sonra yatmak için kendi yatağına geçti. Kendimi daha fazla tutamayıp ağlamaya başladım. Fark etmişti. O ne kadar istemese de bunu yapmalıydım yoksa delirecektim. Çıkarıp atmalıydım bu üzüntüyü içimden. Ne güzel günler geçirmiştik, mutlaka bitecekti ama geride kalan anılardan daha güzel ne olabilirdi? Dayanamayıp o da ağlamaya başladı. Sustuk. Ellerine son bir kez dokunup uykuya daldım.

26 Kasım 2006

Bölüm 24 - Işıklar Sönmeden

Evlerinin önüne geldiğimde ona haber verdim. Yine odasına geçtik ve bilgisayarda bir süre takıldık. Odada baş başa kalabiliyorduk o yüzden fırsat oldukça birbirimize küçük öpücükler veriyorduk. Elini tutmak bile yetiyordu. Yan yanayken o anların değerini bilemiyordum. Zaten çabucak geçiyordu zaman. Bir süre sonra Bertan geldi ve hazırlandıktan sonra dışarı çıktık. Mete’yle buluşacaktık. Hem arkadaşlarımla hem de onunla birlikte olduğum için çok mutluydum. Aramızda görünmeyen bir bağ vardı ve nerede olursam olayım onu hissedebiliyordum. Yanındayken de bu bağ iyice kuvvetleniyor ve en ufak sıkıntısını, üzüntüsünü bile hissedebiliyordum. O gün akşama kadar birlikte yemek yedik, cafede oturup oyun oynadık, şehirde dolaştık. Rüya gibiydi çünkü o an yaşadıklarımı normalde hayal bile edemezdim. Belki yapıklarımız diğer insanlara sıradan gelebilir ama içinde o varsa her şey bana güzel geliyordu. Hayatıma birden girip vazgeçilmezim olmuştu. Onunla tanışmamın üstünden uzun süre geçmişti ve onu eskiye göre çok daha iyi tanıyordum. Bazı durumlarda ne tepki göstereceğini önceden kestirebiliyordum. Yine de çok fazla bilmediğim yönleri de vardı. Yalnızken aklından geçen düşünceleri merak ediyordum. Kendini kötü hissettiğinde ne düşünüyordu? O benim hayatım olmuştu artık, kendime gösterdiğim özenden daha fazlasını hak ediyordu. Bir çiçek gibi narindi aslında. Geçmişte onu inciten çok şey yaşamıştı. Bunların çoğunu bilmiyordum belki ama yine de kahroluyordum. Keşke onu daha önce tanıyabilseydim. Bu düşünceler içindeydim her zaman. Günümüzün sonlarına yaklaşırken spora gitmek için bizden ayrıldı. Ben, Mete ve Bertan dolaşmaya devam ettik. Arkadaşlarımla birlikteyken çok güzel vakit geçiriyordum ama onun eksikliğini her zaman hissediyordum. Eve döndüğümde o da yeni geliyordu. Arkadaşı Ahmet geldi ve birlikte yemeğe gittik. Sanki hep kendini çekiyor gibiydi. Kafası birçok sorunla dolu gibi geliyordu. Bana anlatmadığı dertleri olduğundan bile şüphelenmiştim. Onu alıp başka hiç kimsenin olmadığı bir yere kaçmak isterdim. Sadece o ve ben. Çünkü ayrı olmamızın haricinde ikimizi de üzen daha birçok şey vardı. Üstelik bunların çoğu müdahale edemeyeceğimiz olaylardı. Zaman akıyordu ve gideceği yere şekil veremiyorduk. Bugün birlikteydik peki ama ya yarın? Geleceği düşünmeden günü yaşamak en iyisiydi aslında ama onun hep yanımda olmasını istiyordum ve ister istemez insanı kaygılandıran düşünceler oluyordu. Kafamda kırk tilki dolaşıyordu ama hiçbirinin kuyruğu birbirine değmiyordu. Günün ne kadar yoğun ve yorucu geçtiğini yatağa uzandığımda anladım. Hayatımdaki “en”lerden birisini bugün yaşadım. En heyecanlı, en yorucu, en düşündürücü ve en mutlu…

23 Kasım 2006

Bölüm 23 - Plansız Planlar

Birlikte bir dolmuşa binip evlerine gittik. Bugüne kadar kalbimde yaşıyordu, geceleri onu yanımda hissederek uyuyordum, her kalp atışımda sanki gözleri üzerimdeydi. Hep düşünürdüm, şimdi ne yapmamı isterdi diye. Çoğu kez ağlamaktan bu şekilde kurtulmuştum. Çünkü o üzülmemi hiç istemezdi. Ben de onun tabi ki. O ulaşılamaz bir biçimde kalbinin derinliklerine sakladığın, kimsenin çekip alamayacağı kadar sıkı bağlarla başladığın kişi şimdi yanındaydı. Bu gerçeği bu kadar uzun süre ayrı kaldıktan sonra kabullenmek zor geliyordu. Evlerine gittik ve odasına geçtik. Evdeki misafirlerin sesi duyuluyordu. ”Yorgunsun, istersen biraz dinlen” dedi. Öğlen arkadaşım Mete’yle buluşacaktık. Geceden beri uykusuz olduğum için, yattım. Onun yatağında uyumak o kadar güzeldi ki. Ona ait her şeyi görmek beni mutlu ediyordu. Ben de ona aittim. O zaman hep mutlu olmalıydım. Uyandığımda, onun da uyuyor olduğunu gördüm. Hazırlanmamız gerektiğini söyledim. Hazırlanıp çıktık. Bir alışveriş merkezinde buluşacaktık Mete’yle. Alışveriş merkezinde biraz dolaştıktan sonra Mete geldi ve bir cafeye oturup bir şeyler yedik. Her gün internetten yazıştığım, birçok sırrımı paylaştığım, beni sınıftaki arkadaşlarımdan bile daha iyi tanıyan dostum şimdi yanımdaydı. Üstelik O’nunla da iyi anlaşmaları çok hoşuma gidiyordu. Biraz dolaştıktan sonra Elif’e randevu verdiğimiz yere doğru yola çıktık. Elif ve kocası gelmeden önce Bertan gelebilirse, onunla da görüşecektik. Ne yazık ki Bertan gelmeden gitmek zorunda kaldım. Ona ve Mete’ye veda ederek Elif ve kocasının yanına gittim. Biraz dolaşıp bir yerde yemek yedikten sonra evlerine gittik. Kocasıyla pek muhabbetim yoktu belki ama iyi bir insandı. Beni evlerine kabul ettikleri için minnettardım. Biraz televizyon izledikten sonra onlar uyumak için odalarına geçtiler. Ben de sabah erken kalkacağım için yattım. Yatınca ilk düşündüğüm yalnızlıktı. Evet, Antalya’daydım ama yine ondan ayrıydım. Nasıl bir kaderdi bu böyle? Hayat acımasızdı ve hayal kurmama bile izin vermiyordu. Çünkü hayali gerçek olmadığında insanın içi acıyordu. Hayalimde onunla yaşadığım bir ev, her sabah uyandığımda onu yanımda bulmak vardı. Bu hayalimin gerçek olması için her şeyimi verirdim. Ona sarılıp uyumak kadar beni rahatlatan başka bir şey yoktu. Kendimi güvende hissetmek, uyurken huzurlu olmak, hiçbir şeyden korkmamak. Bunları bana o öğretmişti. Hayatlarımız birdi artık ve ben diğer yarım olmadan hayatta kalamıyordum. Gözlerimden yaşlar süzülürken ona mesaj yazdım. Acaba o da benim hissettiklerimi hissediyor muydu? Çoğu zaman onun hislerini göz ardı etmiştim. O da en az benim kadar üzülüyordu, benim kadar acı çekiyordu. Belki de daha fazla. Sonuç olarak birbirimizin acısını hafifletmekten başka yapabileceğimiz bir şey yoktu. Bu düşünceler içinde uykuya daldım. Sabah uyanınca kahvaltı yaptık. Sonra Elif ve kocasıyla şehir merkezine kadar geldik ve orada ayrıldık. Onların evine gidecektim ve nasıl gideceğimi daha önceki gelişimde öğrenmiştim. Dolmuşa binip onlara giderken sanki dün hiç onunla beraber değilmişim gibi hissettim. Keşke ben de bu şehirde yaşasaydım.

Bölüm 22 - Ucu Gözüken Tünel

Her şey birdenbire oldu. Kalacak yer bile ayarlamamıştım. Evlerinde misafir olduğu için ilk iki gün onlarda kalamayacaktım. Ortaokul ve liseden samimi arkadaşım Elif evlenmişti ve Antalya’da oturuyordu. Onlarda kalmaya karar verdim. Elif’e sorduğumda da kabul etti. Böylece bu sorunu halletmiştim. Hareket günüm geldiğinde içimde önceden hiç hissetmediğim bir heyecan vardı. Çantamı hazırlarken birkaç saat içinde beni neler bekleyeceğini bilmiyordum. Otobüse bindim ve bundan sonra her şey yeni başlıyordu benim için. Bugün onunla görüşeli bir ay olmuştu. Ayrı kalmak mı zordu yoksa ne zaman kavuşacağını bilmemek mi? Bilmiyordum. Bu soruları bir süreliğine kafamdan çıkartıp attım. Ne de olsa onun yanına gidiyordum. Güzel şeyler düşünmeye çalıştım. Neler yapabileceğimizi. Üstelik Antalya’daki arkadaşlarımı da görecektim. İçimde bir ilkokul öğrencisinin ilk karne heyecanı gibi bir heyecan vardı. Sanki bir an önce onu karşımda görmek istiyordum. Gözümü kapattım ve onu hayal ederek uykuya daldım. Uyandığımda sabah oluyordu. Güneşin ışıkları gökyüzünü aydınlatmaya başlamıştı. Birden otobüste olduğumu hatırladım. Yol ne uzunmuş meğerse. Sabretmek neden bu kadar zor? Güzel günler beni bekliyordu ve biliyordum ki güzel günler çabuk geçer. Bu kadar uzun süre onu görmemiş olmak insanın içini burkuyordu. Oysaki ağzından çıkan her kelimeyi duymak isterdim. Bir anım bile onsuz geçsin istemezken koskoca bir ay ayrıydık. Neler değişmişti bu süre içinde? Bilmiyorum. Tek bildiğim daha fazla dayanma gücümün kalmadığıydı. Bu yolculuk şarttı. Otobüsten inip servise bindiğimde onu aradım. İneceğim yerde karşılayacaktı beni. Düşününce aslında zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anladım. Otobüs yolcuğu bile kısa gözükmüştü gözüme birden. Onu beklerkenki sürenin çok daha az olmasına rağmen zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Servisten indim ve konuştuk. Birkaç dakika içinde gelecekti. Neydi bu hissettiğim duygu? Biraz heyecan, biraz merak, biraz karamsarlık ve fazlasıyla özlemdi. Onu kamerada bile çok az görebilmiştim. En sonunda geldi. Zayıflamıştı. Şimdi ise gerçeği bana doğru yaklaşıyordu. Sarıldık, sıkıca sarıldık. Özlem bitmişti. Kafam meşgul değildi artık. O yanımdaydı ya başka hiçbir şey umurumda değildi. Zaman yavaş geçmiş hızlı geçmiş ne fark eder.

14 Kasım 2006

Bölüm 21 - Yeterince Beklemedim Mi?

Antalya’ya döndüğü günün sabahında ben de İzmir’e döndüm. Bayram tatili gelmişti ve onun gitmesinin hemen ardından eve dönmem iyi de olmuştu aslında. En azından günlerdir birlikte yattığımız yatakta yatmamıştım o gece. İzmir’deyken duygularım şekil değiştiriyordu sanki. Ailemin yanında olduğum için mutluydum, Buket’le her gün dışarı çıkabildiğim için canım sıkılmıyordu, annem ve ağabeyimle sohbet imkânım oluyordu. Değişmeyen tek duygum ona olan özlemimdi. Çünkü İzmir’de olsam bile onu yine aynı yoğunlukla özlüyordum. İstersem arkadaşlarımla bir cafede oturuyor ve çok güzel vakit geçiriyor olayım yine de hep bir tarafım onu düşünmekle meşgul oluyordu. Bayramın ilk gününe yaklaşırken zamanımın çoğunu evde geçiriyor, akşama doğru da dışarı çıkıyordum. Günler böyle geçerken bayram geldi ve ilk gün klasik bayram ziyaretlerimiz bittiğinde evde misafirleri ağırladık. Bugüne kadar bütün bayramları ailemle birlikte geçirmiştim. Acaba onunla birlikte ne zaman bir bayram geçirebilecektim? Sanırım zaman çoğu sorunun yanıtını ortaya çıkartacaktı. Sabırlı olmak çoğu zaman zor geliyordu insana ama buna mecburdu da yoksa birçok problemin üstesinden gelmek çok zor bir hal alırdı. Bayram gelip geçti ve İzmit’e dönme vakti gelmişti. Onunla ne zaman görüşeceğimiz belirsizdi. Çünkü vizelerim başlayacaktı o yüzden bir yere gitmem imkânsızdı. Onun gelmesi de zordu. İş başvurusu yapmıştı ve cevap bekliyordu. Bursa’da okuduğu sırada görüşmemiz ne kadar da kolaymış diye düşünüyordum hep. Şimdi ise görüşebilme fırsatını ben yaratabilirdim. Vizelerimin olduğu hafta çok sıkıntılı geçti. Bir yandan ders stresi bir yandan ayrılık acısı, çekilecek gibi değildi. İnternetten tanıştığım yakın bir dostum olan Bertan’la O, bir gün buluştular. İlk kez yüz yüze görüşüyorlardı ve ben henüz Bertan’la yüz yüze görüşememiştim. Buluşmalarına çok sevinmiştim çünkü bu günlerde O’nun da morali bozuktu. Ben ise o üzüldükçe daha da kahroluyordum. Aramızdaki mesafe bu kadar olmasa beni burada kim tutabilirdi? Zaten bu düşünce kafama tak etmişti artık ve hafta sonu Antalya’ya gitmeye karar verdim.

10 Kasım 2006

Bölüm 20 - Güle Güle Sevgilim

Ertesi gün İzmit’e döndüm. Okulum açılmıştı. Yine tek başıma kaldığım günlerim başlamıştı. Geriye dönüp bakınca Antalya gezim tamamen bir rüya gibi geliyordu. Sanki hiç olmamıştı. Hayat tüm acımasızlığıyla devam ediyordu ve yine bizi birbirimizden ayırmıştı. Ne zaman hiç ayrılmayacaktık? Her sabah uyandığımda onu yanımda göremeyecek miydim? Bu sorular daha uzun bir süre cevapsız kalacaktı. Tam ona alıştım derken bir de bakıyordum yine yalnızdım. Yalnızlığa alışmak çok zordu. Özellikle onunla bu kadar şey yaşadıktan sonra her an aklıma geliyordu eski günlerimiz. Bazı günler çok az konuşabiliyorduk, bazen kamerada birbirimizi görüyorduk. Onu çekip alabilmek isterdim monitörden. Bir kere dokunabilmek için her şeyimi verirdim. Yalnızken zaman çok zor geçiyordu. Bazen o kadar kötü hissediyordum ki, gece yattığımda rüyamda onu görebilmek için dua ediyordum. En çok uyurken mutluydum çünkü kafamda hiçbir sorun kalmıyordu. Gözümü kapatıyor ve onun yanımda olduğunu hayal ediyordum. Uyandığımda onu yanımda göremeyince içim burkulsa da alışmıştım artık onsuz yaşamaya. Bir gün yanıma geleceğini söyledi. Bursa’ya diplomasını almaya gelecekti ancak Bursa'ya gitmeden önce İzmit'e, benim yanıma gelecekti. Çok sevinmiştim. Birbirimizi geçmiş zamanlara göre daha iyi tanıyorduk artık. Hangi yemekleri sevdiğini, gününü nasıl geçirdiğini, hoşlanmadığı şeyleri hemen hemen öğrenmiştim. İzmit'e geleli bir hafta olmuştu ve zaman çok çabuk geçti yine. Okula gidip geliyordum, o da evde takılıyordu. Geceleri yine film izliyorduk. Günlerimiz hızla geçti ve artık Bursa’ya gitmesi gerekiyordu. Fazla üzülmemiştim ne de olsa tekrar geri dönecekti. Birkaç gün sonra okuldan geldiğim sırada birden kapı çaldı. Açtığımda karşımdaydı. Evet, bir iki gün içinde bekliyordum gelmesini ama ne zaman geleceğini haber vermediği için şaşırmıştım O'nu karşımda görünce. Onunla bugüne kadar birçok duyguyu paylaşmıştık. Birlikte sevinip birlikte üzüldük. Her sıkıntısında yanında olmaya çalıştım. Eğer yan yana değilsek de destek olabileceğim kadar oluyordum. Antalya’ya geri dönme zamanı geldiğinde bana “Bu sefer ağlama, bir kere de mutlu ayrılalım” dedi. Kararlıydım, ağlamayacaktım. Çünkü bunu O istiyordu. Birbirimize sarıldık ve otobüse bindi. Otobüs otogardan çıkana kadar onu izledim. Bu onu bugüne kadarki son görüşümdü.

9 Kasım 2006

Bölüm 19 - Durun! İnmek İstiyorum

Sabah uyandığımda o hâlâ uyuyordu. Kahvaltı için onun uyanmasını bekliyordum. Kahvaltıdan sonra bilgisayarda takıldık. Bugün İzmir’den arkadaşım Soner’le buluşacaktık. Burada bir ev tutmuştu ve dershaneye gidiyordu. Antalya’ya bir sonraki gelişimde onda kalabilirdim. Bu yüzden hem evinin yerini öğrenecek hem de biraz gezecektik. Haberleşip buluştuktan sonra evine gittik. Heteroydu ve beni bilmiyordu. Bildiğimiz straight arkadaş muhabbetleri dönüp durdu. Bir süre sonra evden çıktık ve şehirde biraz dolaştıktan sonra Soner’den ayrılıp eve döndük. Bu sefer de O’nun hetero arkadaşı Ahmet’le görüşecektik. Birlikte bir internet cafeye gidip birkaç saat oyun oynadık. Ahmet’le aralarındaki diyaloglara ayak uydurabilmem imkânsızdı. Aslında O’nu da tanıyamıyordum straight arkadaşlarının yanında. Sanki bambaşka biri oluveriyordu. Ama kişiliği oturmuş olduğundan yalnızken de tamamen farklı bir insan olmuyordu tabi. Sadece arkadaşlarının yanında biraz daha onlar gibi davranıyordu. Cafeden çıkınca bir yerde yemek yedik ve sonra eve döndük. Saat geç olmuştu. Bütün gün dolaşmıştık ve çok yorulmuştum. Üstelik arkadaşını çok sevmeme rağmen pek muhabbet edemediğim için soğuk davrandığımı düşünmüştü. Buna çok üzüldüm ama yapım buydu. Zaten normalde de çok konuşan bir insan olmadım hiç. Gece olup yattığımızda evde bizden başka uyanık kimse kalmamıştı. Korka korka da olsa gün boyunca seviyesinin doruğuna ulaşan hasretimizi giderme fırsatı bulabilmiştik. Onun yanındayken her an mutluydum. Yapacak hiçbir şeyimiz olmadığı zaman da, çok yorulup çok üşüdüğümde de, karnım acıktığında da eğer o yanımdaysa sanki bu hislerim yok oluyordu. Onun benim üzerimde değişik bir etkisi vardı. Canı sıkkın olduğu zamanlarda bana söylemek istemese de bir şeylerin yolunda gitmediğini hemen anlıyordum. Çoğu zaman kötü haberleri en son alıyordum bazen sormadan söylemiyordu bile. Buna rağmen kendini her kötü hissettiğinde yanında olmaya çalışıyor, ona güç veriyordum. Bu düşüncelerle boğuşurken uyumuşum. Sabah yine ilk ben uyanmıştım. Bugün yine Mete ve Kemal’le görüşecektik. Yemek yiyip hazırlandıktan sonra evden çıktık. Dış görünüşüne çok önem veriyordu. Bazen dakikalarca saçlarını yapmakla uğraşıyor, bazense ne giyeceğine bir türlü karar veremiyordu. Çoğu zaman bakımlıydı. Zaten ben onu her haliyle beğendiğim için gözüme hep güzel gözüküyordu. Buluşma yerine geldiğimizde bir süre bekledikten sonra Mete ve Kemal ardı ardına geldi. Yine şehirde turlamaya başladık. Daha sonra bize 2 arkadaş daha katıldı. Önce bir cafede oturup bir şeyler yedik daha sonra da yakında bulunan bir alışveriş merkezinde dolaştık. Yine çok eğleniyorduk. Onun mutluluğuysa gözlerinden okunuyordu. Ben hem arkadaşlarımla uzun süreden sonra tekrar vakit geçirdiğimden dolayı hem de onun arkadaşlarımla olan uyumunu gördüğümden daha da seviniyordum. 2 arkadaşımızdan ayrılıp eve dönüş için otobüse bindiğimizde yine çok eğlenceli vakit geçirdik. Otobüsteki insanların bize bakmasına aldırmadan şarkılar söylüyor, fotoğraflar çekiliyorduk. Maalesef ki ineceğimiz durağa yaklaşmıştık. Mete ve Kemal’le vedalaştıktan sonra otobüsten indik. “Ne güzel bir gündü be!” Dedik birbirimize. Gün daha bitmemişti tabi. Onunla birlikte mağazaları gezdik. Karnımız acıkmıştı. Eve gidip yemek yedikten sonra tekrar dışarı çıktık. Evlerinin hemen önündeki parkta arkadaşlarıyla bir süre sohbet ettikten sonra tekrar eve döndük. Çok yorulmuştuk bu yüzden hemen yattık. Ertesi gün İzmir’e geri dönecektim. Biletimi öğleden sonraya almıştık. Sabahtan arkadaşı Ahmet’le buluştuk ve internet cafeye gidip oyun oynadık. Daha sonra şehirde gezdikten sonra eve döndük ve o sırada bavulumu topladım. Ahmet de bizimle birlikte otogara gelecekti. Evleri otogara baya uzaktı ve ben yetişemeyeceğiz diye endişeleniyordum. Nihayet evden çıktık. Çok yoğun bir trafik vardı. Otobüsün kalkmasına dakikalar kala koşa koşa yetişebilmiştik. Her birimiz ter içinde kalmıştık. Tam bu anda içim acımaya başladı. Hiç bırakmak istemiyordum onu. Sarılıp vedalaştıktan sonra otobüse bindim. Otobüs boyunca kendimi ağlamamak için ne kadar tuttuysam da bir süre sonra dayanamadım. İnsanların arasında ağlamayı hiç sevmiyordum ama o kadar üzgündüm ki. Kalbim sanki birisi sıkıyormuşçasına acıyordu. Yol boyunca hep aklımda kaç gündür yaptıklarımız vardı. Otobüsten indiğimde babam ve kardeşim beni karşılamaya gelmişti. Onları gördüğüme sevinemedim bile. “Geri dönmek istiyorum” diye haykırıyordum içimden, var gücümle.

8 Kasım 2006

Bölüm 18 - Gezi Ustası

Yanına doğru yaklaşırken bir yandan göz ucuyla ona bakıyor bir yandan da utanıp çevreye bakıyormuş gibi yapıyordum. Beni gülümseyerek karşıladı. Sarılma faslından sonra yürümeye başladık. “Yüzüğünü çıkartmamışsın” dedi. İkimizde de bir örnek bir yüzük vardı ancak birlikteyken sadece birimiz takabiliyorduk. Yürürken biraz zayıfladığını fark ettim. Zaten rejim yapıyordu ve kilo vermek istiyordu. Benim için sorun değildi tabi. O nasıl mutlu olacaksa ben de onu her şekilde desteklemeye hazırdım. Biraz yürüdükten sonra minibüse bindik. Yol boyunca heyecanım gitgide artıyordu. Onun yanında olmanın vermiş olduğu heyecanın yanı sıra, ailesiyle de tanışacak olmam beni içinden çıkamayacağım bir ruh haline sokmuştu. Ellerim her zamankinden çok daha fazla terliyor, konuşurken sesim titriyordu. Nihayet minibüsten indik ve evlerine doğru yol almaya başladık. Bir apartmanın en üst katında oturuyorlardı. İçeri girdiğimizde annesi ve ablası bizi kapıda karşıladı. Daha sonra içeri odaya geçtik ve bavulumu bir kenara koydum. Kamerada gördüğüm odaydı burası ve düşündüğümden az da olsa farklıydı ama çok şirindi. Heyecanım hâlâ geçmemişti. Yemek yiyecektik bu yüzden diğer bir odaya geçtik. Yemek sırasında ben de evi inceliyor, nasıl bir yerde yaşadığını ve en çok merak ettiğim aile ortamını görme fırsatı buluyordum. Yemekten sonra tekrar onun odasına geçtik. Arkadaşlarımla buluşmak için dışarı çıkacaktık. Onlarla haberleşip buluşacağımız yeri kararlaştırdıktan sonra hazırlanmaya başladık. İşte o sırada odanın köşesinde durmuş beni çağırıyordu. Yanına gittiğimde hemen sarıldık. Öpüşüyorduk ama diken üstündeydik. Yine de çok güzeldi. Uzun süredir beklediğim anlardan birisi de buydu. Tüylerim yine diken diken olmuştu, kalbimin atışı hızlanmıştı. Ben ona daha yeni yeni alışmaya başlamışken, birden yerlerimize oturduk. “Akşamı bekle” dedi. O yokken, yanımda olsa bile yeter diyordum ama insanoğlu çok doyumsuz olduğundan yanımdayken de daha fazlasını istiyordum. Biraz bilgisayarda zaman geçirdikten sonra evden çıktık. İnternetten uzun süre önce tanıştığım ve geçen sene de yüz yüze görüştüğüm arkadaşlarım Mete ve Kemal’le buluşacaktık. Zaten O’nu da tanıyorlardı. İnternetteki sohbetler sırasında hemen ısınmışlardı ona. Üstelik tanıştırmamım bir sebebi de onun yüz yüze görüştüğü hiç gay arkadaşının olmayışıydı. Buluşma yerine geldiğimizde Mete birden arkamızdan çıkıverdi. Sarıldıktan sonra Kemal’in gelmesini bekliyor bir yandan da sohbet ediyorduk. Nihayet Kemal de geldi ve şehirde gezmeye başladık. Arkadaşlarımın ikisi de çok cana yakın, bir o kadar da esprili ve saygıdeğer insanlardı. Birbirimize her şeyimizi anlatırdık. Onun da mutluluğu gözlerinden okunuyordu. “Acaba birbirlerinden hoşlandılar mı? Onu sevdiler mi diye düşünüyor” ancak bunun cevabını gözlerimle görebiliyordum. Daha sonra bir cafeye oturup bir şeyler yedik. Bir sürü fotoğraf çektik. Şehirde gezilebilecek bazı yerleri gezdik. Artık eve dönüş vakti gelmişti. İki gün sonrası için tekrar buluşma sözü alıp ayrıldık. Eve dönerken sokakta babasıyla karşılaştık. Babasıyla arasının pek iyi olmadığını biliyordum. Hep merak etmiştim nasıl bir insan diye. Eve çıkıp yemek yedikten sonra tekrar bilgisayara geçtik. O sırada Mete internetten, çekildiğimiz fotoğrafları yolluyordu bana. Aslında o sırada fark ettim zamanın ne çabuk geçtiğini. Hayatımda unutamayacağım günlerden birini yaşamış ve çok eğlenmiştik. Onun da yanımda olması ve en önemlisi mutlu olması beni de çok mutlu ediyordu. Artık kafamda her şeyi yerleştirebiliyordum. Odasını, evini, yaşadığı mahalleyi görmüştüm. Ailesiyle ilişkisine, birbirleri arasındaki iletişime de şahit olmuştum. Onun mutluluğu için canımı bile verebilirdim. Gece aynı odada yatacaktık. Normalde kardeşiyle aynı odada kalıyordu. Yataklarımızı hazırladıktan sonra yattık. “Gece herkes uyuyunca yanına geleceğim” dedi. Bense o sırada nasıl bir gün geçirdiğimizi düşünüyor ve orada olduğuma hâlâ inanamıyordum. Bir süre uyuduktan sonra uyandım. Yanıma uzanmıştı. Sıkıca sarıldık. Bir süre böyle yattıktan sonra ikimiz de rahat duramadık tabi. Tüm gün yan yana olup da ona dokunamamanın verdiği şevkle onu delicesine öpüyordum. Yan yana uyuyabilmeyi çok isterdim ama odaya birilerinin gelebilme ihtimali olduğundan tekrar yatağına döndü ve uyuduk.

7 Kasım 2006

Bölüm 17 - Hayat Stajı

Birlikte geçirdiğimiz günlerin sonuna geldik ve O Antalya’ya döndü. Zaten yaz okulum da birkaç gün içinde bitecekti. Şimdi İzmir’e dönüp 4 hafta staj yapmam gerekiyordu. Staja başladığımda saatler geçmek bilmiyordu. Artık ailemin yanındaydım ama İzmit’teki yaşantımdan farksızdım çünkü o yanımda değildi. Stajımın bitmesini dört gözle bekliyor, her günün sonunda ona kavuşacakmış gibi çalışıyordum. Günde birkaç kez telefonda konuşuyorduk. Tabi ki yeterli olmuyordu, keşke zamanı ileri alabilmek mümkün olsa diyordum içimden. Staj sırasında orada çalışan biriyle tanıştım. İsmi Derya’ydı ve ağabeyimin ortaokuldan arkadaşıydı. Boş kaldığımızda onunla sohbet ediyorduk. Hatta O’ndan bile bahsetmiştim tabi kız olarak. Bunca süre birkaç arkadaşım dışında kimseye anlatamamış olmanın verdiği dolulukla günün her saati onu ne kadar sevdiğimi, yapmak istediklerimizi anlatıyordum Derya’ya. Stajımın bitmesine yakın ağabeyim İzmir’e geldi ve stajdan sonra da Derya’ya görüşmeye devam ettim. Ağabeyim de bizimle geliyor, geceleri cafeye gidiyorduk. Antalya’ya onu görmeye gidecektim, hem birkaç gün kalacak hem de bu sayede orada yaşayan diğer arkadaşlarımla da görüşecektim. Ağabeyimle aramızda para konusu pek konuşulmazdı ama Derya’ya Antalya’ya gideceğimi ve param olmadığını anlatınca bir akşam ağabeyime konudan bahsetti ve bu sayede ağabeyimden harçlık alabildim. Ancak ağabeyim de Derya gibi Antalya’da bir kız arkadaşım olduğunu sanıyordu. Ancak ailem zaten onu tanıdığı için onlara kalmaya gideceğimi söylediğimde karşı çıkmadılar. Antalya’da bir sözde kız arkadaşım olduğundan bahsetmemiştim onlara. Artık heyecanla gideceğim saati beklemeye başlamıştım. Nihayet saat gelip otobüse bindiğimde kalbim yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Neredeyse 1 aydır göremiyordum onu. Yolculuğum çabucak geçti ve servisten indiğim yerde beni bekliyordu.

Bölüm 16 - Hayal Değil Gerçek

Tam tekrar yatacağım sırada kapı çaldı. Birden fark ettim ki o ana kadar hep bunu beklemişim. Geldiğine inanmak istiyordum, buna fazlasıyla ihtiyacım vardı. Aksini düşünmüyordum artık. Eğer gelen o değilse o halde kendimi öldürmeliydim. Çünkü bu acıya dayanacak gücüm kalmamıştı. Saniyeler onsuz geçmiyordu sanki. Kapıyı açtığımda bavuluyla birlikte karşımda duruyordu. Yüzünde sanki “Bak sonunda geldim işte, nasıl da sürpriz yaptım” der gibi bir gülümseme vardı. Bense donup kalmıştım. Geleceğini saatler öncesinden öğrendiğimde bile heyecandan yerimde duramayan ben, şimdi ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette öylece duruyordum. Kapıyı daha fazla açmamı beklemeden hemen içeriye girdi, bavulunu koydu ve kapıyı kapattı. Her sabah uyandığımda ilk onu düşünürdüm. “Acaba şu an ne yapıyor yoksa daha uyuyor mu?” tarzı düşünceler kaplardı hafızamı. Onun geldiği ana kadar devam ederdi bu düşünceler. Şimdi karşımda olması beni zihinsel olarak da bir şoka uğratmıştı. Derken aklımdaki tüm düşünceleri bir kenara bırakıp kendimi onun kollarına bıraktım. Uçuyordum sanki. Bundan daha güzel bir duygu olabilir miydi? Tüylerim diken diken olmuştu, vücuduma her dokunuşunda kendimden geçiyordum. O sırada küçük dokunuşlarla beni öpüyordu. “Daha fazla dayanamıyorum” dedim ve ayakkabılarını çıkartıp odaya geçtik. Biraz da olsa kendime gelmiştim. En önemlisi mutluydum. Yanımdaydı artık daha ne isteyebilirdim ki? Yine birlikte yapacağımız çok şey vardı. Mesela sinemaya hiç gidememiştik. Bu sefer mutlaka gitmeliyiz diyordum içimden. Bu sırada yan yana uzanmış, yatıyorduk. Yoldan geldiği için yorgundu. “Uyuyalım mı?” dedi. “Tabi ki” diyerek cevapladım. Onunla birlikte uyumak çok hoşuma gidiyordu. Arkasını dönüp beline sarıldığımda, kollarımla onu sıkı sıkı tutuyordum, gitmesine asla izin vermeyecek gibi. Uyandığımızda hayatımız eski haline dönmüştü. Birlikte yaşadığımız diğer günlerdeki gibi, her günümüz benzer fakat her biri bir o kadar özel ve anılarla dolu geçiyordu. 8 ay göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti sanki. Her ayrıntıyı dün gibi hatırlıyordum. Onu bu kadar zorlu dönemlerden sonra bulmuşken bırakmaya hiç niyetim yoktu. Her fırsatta bunu ona söylüyordum. Çünkü ikimizin de duymak istediği cümleler bunlardı. Ayrı olduğumuz günlerde çektiğim acıları, birlikte olduğumuz günlerdeki mutluluklar örtmeye yetiyor da artıyordu. O yokken bile geçmiş günlerimizi hatırlayarak yine mutluluğu tadıyordum.

6 Kasım 2006

Bölüm 15 - Hayal Gerçek Oluyor... Mu?

Sabah onun mesajıyla uyandım. Saat 8 civarıydı. Beni çok özlediğini yazmıştı. Uyku sersemi olduğumdan doğru düzgün bir cevap yazamayacağımı biliyordum. Sadece çağrı attım ve yattım. Bunun üzerine bir mesaj daha geldi. Artık mesajlarına sadece çağrı cevabı mı alacağını soruyordu. Ben de mesaj yazarak harcayacağım kontörle sesini duymayı tercih edeceğimi yazdım. Derken beni şaşırtan bir mesaj geldi. “Sesimi az sonra kapıdan içeri girdiğimde duymaya ne dersin?” yazmıştı. Hemen ardından da “Kapıyı açsana” diye bir mesaj geldi. Evim zemin katta olduğundan sokak kapım hemen dışarı açılıyordu. Mesajına inanmıştım, kalktım, tüm iyi niyetimle kapıyı açarken bir yandan da “Saçmalama, gelmiş olması imkânsız, kendini kandırma” diyordum. Düşüncemde yanılmadım ve kapıyı açtığımda karşımda kimse yoktu. “Çok safım ki sana inandım bir de kalkıp kapıyı açtım” diye cevap yazdım. Tekrar yatağa yatıyordum ki bir “Kapıyı aç” mesajı daha geldi. Kandırılmıştım, ama onun geleceğini bilsem kapıda bile yatardım. Gittim tekrar kapıyı açtım. Yoktu. Onu görmeyi hiç bu kadar dilememiştim. Karşımda görsem kucağına atlayacak, dakikalarca sarılacaktım ona, sıkı sıkı. Ama sadece kendimi kandırıyordum. Gelmeyecekti.

Bölüm 14 - Yaz Maceraları

Yaz okulunda derslerim haftanın ilk 3 günüydü. Şansıma yaz okuluna başladığım hafta bilgisayarım bozulmuştu ve evde sıkıntıdan patlıyordum. İzmir’e tamire yollamıştım. Sabırsızlıkla onu beklemeye koyulmuştum. Bursa’dan dönmüştü ve ertesi gün Yalova’ya gidecektik. Orada O’nun okuldan bir arkadaşıyla görüşecek hem de oyundan arkadaşlarının yazlığına gidecektik. Biletleri biraz erken saate almıştım. Otobüsün hareket saatinden yarım saat önce servise binecektik. Gece yarısından sonra yattık. Uyanabilmek için alarmı kurmuştum. Bir süre sonra fırlayarak uyandım. Saate baktım. Servisin bizi alacağı yerde olmamıza dakikalar kalmıştı! Nasıl olur dedim. Hemen O’nu uyandırdım. Önce biraz duraksadı ama saati söylediğimde o da ok gibi fırladı yataktan. Daha yanımıza alacaklarımızı bile hazırlamamıştık. En önemlisi giyinmemiştik bile. Aceleyle bir şeyler giydik ve çantaya da birkaç şey doldurduk ve hemen evden çıktık. Koşa koşa servise bineceğimiz yere geldik. Tam o anda servis geldi ve bindik. Güzel bir yolculuktan sonra sabah arkadaşı Mehmet bizi karşıladı. Kahvaltı ettikten sonra biraz şehirde dolaştık ve öğleden sonra o, oyundan arkadaşını aradı. Yazlıklarına nasıl gideceğimizi öğrendikten sonra minibüse bindik ve yazlığa geldik. Bizim yaşlarımızda 5 kişiydiler. Hepsiyle tanıştıktan sonra evde biraz takıldık ve daha sonra denize gittik. Bu O’nunla üçüncü yüzme deneyimimdi. Çok mutluyduk. Hiç çıkmak istemiyorduk. Aslında günübirlik gelmiştik çünkü hafta sonu sınavım vardı. Ama sonra fikrimizi değiştirdik ve bir gün kalmaya karar verdik. Gece yemekten sonra discoya gittik. Çok eğlendik. Yeni insanlarla tanışmayı her zaman çok severdim. Arkadaşları da çok iyi insanlardı. İzmit’te neredeyse hiç eğlence mekânına gitmemiştim. Fırsatım olmuştu belki ama birlikte sabahlara kadar eğlenebileceğim, muhabbet etmekten asla sıkılmayacağım arkadaşlarım maalesef İzmit’te yaşamıyordu. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra hazırlandık ve Yalova’ya döndük. Aslında kahvaltıdan sonra denize girip, daha sonra ayrılabilirdik. Ne de olsa İzmit’e geceden önce varamayacaktık çünkü Yalova’da internetten arkadaşım Cem’le buluşacaktık. Denize girmeden döndüğümüz için sonradan çok pişman oldum. Yalova’ya geldiğimizde aslında fazla zamanımız yoktu ama yine de Cem’le bir cafede oturup biraz sohbet ettikten sonra otogara gittik. Mehmet’le bir kez daha görüştükten sonra otobüse bindik ve İzmit’e döndük. İzmit’te günlerimiz eskiye göre çok daha sıkıntılı geçiyordu. Ben okula gittiğimde o evde sıkıntıdan patlıyordu. Bilgisayara bu kadar bağımlı yaşayan iki kişi, şimdi ne yapacağımızı bilemiyorduk. İlk başlarda her gün internet cafeye gidip oyun oynardık. Sonraları maddi durumumuzun buna elvermeyeceğini anlayınca bu işe biraz ara verdik. Geceleri yine film izliyor ve sonra da yatıyorduk. Birlikte olduğumuz günler yine çabucak geçmişti. Antalya’ya döndü ve ben evde yine yalnız başıma kalmıştım. Üstelik bilgisayarım yokken zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Aklım hep ondaydı. Kendimi her kötü hissettiğimde ona mesajlar atıyor, ölmek istediğimi söylüyor, ona olmadık ıstıraplar çektiriyordum. O benim yaşam kaynağımdı ve bilgisayarım olmadığından onun yokluğunu çok daha fazla hissediyordum. Üstelik telefon dışında konuşabileceğimiz başka yer de yoktu artık. Koskoca 2 ay nasıl geçecekti? Üstelik bir daha ne zaman görüşeceğimizi de bilmiyordum. Hatta bir gün onu görmek için internet cafeye gittiğim sırada "Ayrılalım" bile demiştim. Ayrılmak söz konusu olamazdı tabi ama beklemek o kadar zor geliyordu ki. Artık dayanamayacağımı hissediyor, onsuz bir dakika bile geçirmek istemiyordum. Derken bir gün canıma tak dedi ve o’nu görmeye gitmeye karar verdim. Bu kararımı ona söylediğimde cevabı “Hayır sen gelme ben yakında geleceğim” oldu. Ümitsizce bekliyordum ama gün bile sayamıyordum. Hep olasılıklardan bahsediyor, hangi gün geleceğini o da ben de bilmiyorduk. Genelde her gün babasıyla birlikte işe gidiyordu. Bir gün akşam yatmadan önce bana “Beni yarın 9’da kaldırır mısın?” dedi. "Arkadaşlarla sinemaya gideceğiz, ararsan açamayabilirim" diye ekledi. Tamam dedim ve yattım.

4 Kasım 2006

Bölüm 13 - Şekerli Günler

Bursa’daki günlerimizin sonuna geliyorduk çünkü okulunu bitiriyordu. Evden ayrılmadan eşyalarını bavullara doldurduk. Bu evde birçok anımız olduğundan üzülüyordum da. Bir daha asla geri dönemeyeceğimizi biliyordum. Şimdi her gözümü kapattığımda evin her yanını kolaylıkla hatırlayabiliyorum. Çok güzel günlerdi ama bitti işte. Bavulları kapatıp, etrafta başka eşya kalmış mı diye baktıktan sonra evden çıktık. Daha sonra otogara gittik ve İzmit’e geri döndüm. O ise beni geçirdikten birkaç saat sonra Antalya’ya gitti. ÖSS’ye girecekti. Sınava girip hemen Bursa’ya döndü. Okuldaki son sınavına da girdikten sonra İzmit’e geldi. Birlikte İzmir’e gidecek, yazlığımızda yaklaşık 1,5 hafta kalacaktık. Annemlere haber vermiştim. Çok mutluydum. En sonunda okullarımız kapanmıştı ve onunla tatil yapacak olmak kulağa çok hoş geliyordu. Bavullarımı yerleştirdim ve otobüsümüzün saati geldiğinde otogara gittik. Şimdi bizi bekleyen bir tatil vardı. İzmir’e vardığımızda babam bizi otogardan almaya gelmişti. Eve gelip bavullarımızı bıraktıktan sonra diğer bir mahallede oturan dedemi görmeye gittik. O’nu ailemden insanlarla tanıştırmak çok hoşuma gidiyordu. Keşke “Bu çocuk benim sevgilim” de diyebilseydim onlara hatta sokaklarda bağırabilseydim. Onunla gurur duyuyordum. Evden birkaç eşya aldık ve yaklaşık yarım saatlik uzaklıkta bulunan yazlığımıza gittik. Hava kararmak üzereydi bu yüzden denize girmedik. Eve geldiğimizde bir şeyler yedikten sonra sonunda yalnız olmanın verdiği heyecanla birbirimizin üzerine atladık. Aslında başka insanların arasındayken de uygun anlar yaratabiliyorduk. Onu her an sevmek, ona her an dokunabilmek isterdim. En çok istediğim şey sokakta yürürken elini tutabilmekti. Korkarım bunlar asla olamayacaktı. Gece ilk defa bize dar gelmeyen bir yatakta yatacaktık. Çünkü İzmit’teki yatağa tam olarak sığamıyorduk, sığsak da rahat edemiyorduk. O geceyi hiç unutamam. Doya doya sarıldım ona, öptüm, kokladım. Ertesi gün sabahtan annemler geldi. Yemek yedikten sonra denize gittik. Bu sefer ona yüzme öğretebilmek için hem zamanım vardı hem de hava uygundu. Kardeşimle birlikte ona birkaç hareket gösteriyorduk. Çocuklar gibi mutluyduk. Zaten yüzmeyi çok severdim, şimdi bir de onunla birlikte yüzmek apayrı bir mutluluktu. Günde 2 kere denize gidiyor, 2–3 saat kalıyorduk. Annemin talimatı üzerine sabahları 9–10 arası kalkıyor, kahvaltıdan sonra televizyon izliyorduk. Annemin O’na karşı davranışları biraz endişelendiriyordu beni. Sanki soğuk gibiydi ama annemin yapısının böyle olduğunu bildiğim için bir şey söylemedim. Kardeşim ise artık iyice alışmıştı O’na. Türlü türlü şakalar yapıyor, özellikle denize gittiğimizde beni deli ediyordu. Yazlığımız iki katlıydı ve biz üst katta kalıyorduk. Tam baş başayız derken bir de bakıyorduk kardeşim kapından bizi dinliyor. İlk geceden sonra bir daha hiç yan yana uyuyabilme fırsatımız olmadı. Ayrı odalarda kalıyorduk. Ama sabahları onu uyandırmaya geldiğimde defalarca öpüyordum, sarılıyordum. Her güzel şey gibi tatilimiz de en sonunda bitti. İzmir’e geri döndük ve buradan da İzmit’e geçecektik. Yaz okuluna gidecektim. İzmit’e döndüğümüzde, O’nun işleri olduğundan Bursa’ya gitti. Hep yalnız kaldığımda anlıyordum onun gerçek değerini. Bazen tartışıyorduk, birbirimize kırıcı sözler söylüyorduk. Şimdi ise yaşadıklarım gözümün önüne geldiğinde gözlerim doluyordu. Her gün yanında olan, sana yaşama sevinci veren, her anında sana mutluluk aşılayan o insan yokken yaşamak ne kadar da zorlaşıyordu. Kendimi de tanıyamıyordum. Sanki o varken bambaşka biri oluveriyordum. O gittiğinde ise depresyondaki insanlar gibi bazen dakikalarca ağladığım oluyordu. Hiçbir şey güzel gelmiyordu gözüme. Üstelik şimdi görüşme olanaklarımız daha da azalmıştı. Gelecek çok karmaşık görünüyordu.

3 Kasım 2006

Bölüm 12 - Seni İncittim Mi?

Bursa’ya vardığımızda Okan beni O’nun evine bıraktı. Biraz da içeride oturdu, sohbet ettik hep beraber. Tekrar görüşmek üzere sözleştik ve gitti. Artık alışık olduğum bir manzaranın içindeydim yine. Çoğu zaman Gamze de bizimle kalıyordu o yüzden evdeki çoğu zamanımı onunla muhabbet ederek geçiriyordum. Sabah olduğunda O ve Murat okula gidiyordu. Gamze de sabah erkenden çıkıyordu. Öğlene kadar evde tek başıma kalıyordum. Geldiğimin ertesi günü Okan ve arkadaşları eve geldi. Yaklaşık 1 saat oturduktan sonra hep birlikte çıktık. Yoldaki bir marketten kuruyemiş ve içecek aldıktan sonra bir mesire yerine gittik. Hem muhabbet ediyor hem de neler yapabileceğimizi konuşuyorduk. Birden mangal fikri çıktı. Tamam dedik ve biraz daha oturduktan sonra kalktık ve Okan’ın arkadaşının evinden mangal aldık. Daha sonra yol üzerindeki bir süpermarketten ihtiyaçlarımızı alıp yaklaşık 20 dakikalık bir mesafedeki piknik alanına geldik ve hemen mangalı yaktık. Hava soğumuştu üstelik yağmur da başlamıştı ama bu bizi yıldırmadı. Dona dona da olsa karnımızı doyurduk ve geri döndük. Çarşıda biraz dolaştıktan sonra cafelerden birine girdik ve tabu oynadık. Çok eğlenceliydi üstelik O’nun eğlendiğini görmek beni de mutlu ediyordu. Ertesi gün de yakında bulunan bir göle yüzmeye gidecektik. Sabah uyandık, mayolarımızı hazırladık. Okan, yine arkadaşlarıyla bizi almaya geldi ve yola çıktık. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra göle vardık ama yine yağmur yağacak gibi duruyordu. Önemsemedik ve gölde uzun uzun yüzdük. Su soğuk da değildi. O bana pek iyi yüzme bilmediğini söylemişti. O yüzden ben de çaktırmadan onunla ilgileniyor, yüzme konusunda taktikler veriyordum. Tabi çok fazla zamanımız olmadı. Yüzmeye doyduktan sonra gölden çıktık ve yakınlardaki köydeki bir çay bahçesinde bir şeyler yedik. Daha sonra göle tekrar girdik. Hava da açmıştı. Bir süre daha yüzdükten sonra şehre geri döndük. O bizden ayrılıp arkadaşlarına ders çalışmaya gitti. Çünkü onun vizeleri daha yeni başlıyordu. Bense Okanlarla biraz takıldıktan sonra eve döndüm. Ertesi gün sabah uyandığımızda evde onunla benden başka kimse yoktu. Okula gideceği için erken uyanmıştı. Ben de kahvaltılık bir şeyler hazırlamak için kalktım. Konuşurken birden ters bir şey söyledim. Yataktan kalktı ve hızlı hızlı yürümeye başladı. Özür dilerim diyerek arkasından koştum fakat kapıyı yüzüme kapattı. Ben de sinirlendim ve tekrar yatağa yattım. Daha sonra hazırlanmak için odaya geldi ama ben dönüp bakmadım. Birkaç kez daha geldikten sonra hazırlanmış olmalı ki, evden çıktı. Uykum kaçmıştı, birkaç saat bilgisayarda zaman geçirdikten sonra çarşıya çıktım. O sırada Okan’ın arkadaşlarına rastladım. Onlarla bir cafede otururken O’ndan mesaj geldi. Sitemli bir mesajdı ayrıca da çok üzgün olduğunu anladım. Hemen oradan kalkıp eve gittim. Konuşmuyordu. “Ne oldu?” dedim. Sabah neden o şekilde davrandığımı sordu. Anlattım. Birden ağlamaya başladı. Benim tekrar yatmama üstelik odaya birkaç kez gelmesine rağmen dönüp bakmamama çok üzülmüştü. Bu yüzden sınav boyunca moralinin bozuk olduğunu bu nedenle sınavla ilgilenemediğini, o dersten büyük olasılıkla kalacağını söylüyordu. “Beni çok üzüyorsun” dedi. Bunun üzerine “Gitmemi mi istiyorsun?” Diye sordum. Bir şey demedi. Çantamı toplamaya başladım. Kapattım ve odadan çıktım. Tabi ki gitmeyecektim, sadece bana “Gitme” demesini bekliyordum. Dünyam yıkılmıştı. Onu bu kadar üzeceğimi bilsem hiç öyle davranmazdım. Birbirimizi çoğu zaman yanlış anlıyorduk. Tam çıkış kapısına yaklaşmışken arkamdan koşarak geldi ve “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. “Geri dönüyorum” dedim. Bunun üzerine daha şiddetli bir tonda “Gidersen git” dedi ve odaya koştu. Hemen peşinden gittim ve yanına oturdum. “Seni çok üzüyorum” dedim. Sarılamıyordum ona çünkü çekiniyordum. Onu incitmek en son yapmak isteyeceğim şeydi. Ama olan olmuştu artık. Özür dilerim dedim ve sarıldık. Bu şekilde bir süre durduktan sonra yatağa uzandık. Sakinleştikten sonra her şey yine eski haline dönmüştü. Zaten en uzun tartışmamız bile aslında kısa sürüyordu. Ama bu sefer onu gerçekten çok fazla üzdüğümü gözlerimle görmüştüm. Küçücük bir meseleyi bu kadar büyütecek ne bulmuştum bilmiyorum. Zaten çoğu zaman olay anında birden parlar, daha sonra pişman olurdum. Ağzımdan şuursuzca çıkan sözler ona kırık cam parçaları gibi saplanıyordu bazen. Ne kadar üzsem de çok seviyordum. Onu kaybetmeyi asla göze alamazdım.

2 Kasım 2006

Bölüm 11 - Yeni Ufuklar

Birlikte olduğumuz günler yine çabucak geçmişti. Bir dahaki görüşmemizde ben Bursa’ya gidecektim. Bugüne kadar gitmememin nedeni ev arkadaşı olduğu içindi. Hem İzmit’te daha rahat görüşebiliyorduk ne de olsa tek başıma kalıyordum. Ama onun için bu kadar sık İzmit’e gelmek biraz zor oluyordu. Aradan birkaç hafta geçti ve 3 aydan sonra tekrar Bursa’ya gelmiştim. Otogara beni karşılamaya gelmişti. Daha sonra birlikte eve gittik. Ev arkadaşı Murat, henüz gelmemişti. Birkaç dakika içinde o da geldi ve tanıştık. Aslında evde pek mutlu değildi çünkü Murat ev işleri konusunda pek yardımcı olmuyordu ona. Murat’ın kız arkadaşı Gamze, geldiğinde evi derleyip topluyor, bulaşıkları yıkıyordu. Bir süre sonra o da geldi. İlk başta gözüme çok havalı ve soğuk bir kız gibi görünse de zamanla çok iyi anlaşabileceğim birine benziyordu. Yalnız Bursa’da olmanın zor yanları da vardı. Artık yalnız değildik ve bu durum katlanılması çok zor bir durumdu. Her an ona dokunmak isterken şimdi yanlış anlaşılmasın diye bakmaya bile çekiniyordum. Neyse ki geceleri aynı odada yatıyorduk ama yataklarımız ayrıydı. Yine de hiç yoktan iyiydi çünkü gece olup herkes yattığında bizim az da olsa yaramazlık yapmaya fırsatımız oluyordu. O okuldan gelince bazen dışarı çıkıp geziyorduk. Ya film kiralıyor ya da internet cafeye gidip oyun oynuyorduk. Bazen onun arkadaşlarını görüyor, cafede birlikte takılıyorduk. Arkadaşları arasında çok sevilen biriydi. Ve sahip olduğu arkadaşlıkları kıskanmıştım. Çünkü okulda görüştüğüm arkadaşlarımın hiçbirisiyle istediğim ölçüde samimi değildim. Hem zaten gay olmam en büyük negatif etmendi çünkü hep yalan söylemek zorunda kalıyordum. Günler böyle geçerken ayrılık vakti yine gelmişti. Ama birkaç gün sonra olacakları bilmiyordum. Hafta içi Muratla tartışmış ve aynı gün İzmit’e gelmişti. Üstelik hastaydı da. Tabi bunlar bahaneydi. Esas amacı beni görmekti. Yanımda iki gün kaldı ve sonra tekrar Bursa’ya döndü. Ondan sonraki hafta ben tekrar Bursa’ya gittim. Muratla aramızda nedenini bilmediğim bir sürtüşme başlamıştı. Benden hoşlanmadığını düşünmüştüm. Belki de evlerine çok sık gelmemden rahatsız olmuştu. Onunla da araları pek iyi olmadığından neredeyse hiç konuşmuyorduk Muratla. Evde çoğu işi ben ve o yaparken Murat’ın hiçbir şeyin ucundan tutmaması da rahatsız ediyordu onu. Derken bir gece Murat onu yanına çağırdı ve konuştular. O günden sonra Muratla aramızda bir problem kalmamıştı. Vizelerimin olmadığı hafta sonlarını hep Bursa’da geçiriyordum. Bu durum finallerim başlayana kadar böyle devam etti. Yine bir hafta sonu Bursa’ya gitmeden önce sınavdan çıktım ve otobüse bindim. Ancak o geleceğimi bilmiyordu. Evlerine gelip kapıyı çaldım. Beni gördüğünde nasıl tepki vereceğini çok merak ediyordum. Kapıyı Murat açtı ama o da hemen arkadaydı. Muratla tokalaştıktan sonra ona sarıldım ancak doğru düzgün konuşamıyordu bile. Çok sevinmişti ama Murat varken sevincini gösteremiyordu. Daha sonra içeriye geçtiğimizde ne kadar mutlu olduğunu söyledi. Böyle sürprizden çok hoşlanırdım. Finallerim bitip okulum kapandığında, tekrar onun yanına gidecektim. Sınıf arkadaşım Okan Bursalıydı ve onun arabasıyla gidecektik Bursa’ya. Nihayet okul kapandı ve Okan’la yola çıktık.

Bölüm 10 - Takıldım Sana

Artık o gittiğinde daha fazla üzülüyordum. Önceki gece ona sarılarak uyurken ertesi gece yatakta yalnız başına uyumak zorunda kaldığında insanın içi burkuluyordu. Ya da o olmadığında yemek yapmak, sanki sadece açlığımı gidermek için yaptığım bir eylemdi. Oysa o varken yemekleri özenerek hazırlıyordum, çoğu zaman ne yemek istersin diye soruyordum. Mutfaktayken, onun içeride olduğunu bilmek bile yetiyordu. Sesini duymak iyi geliyordu ruhuma. O yanımdayken günlerimiz çabucak geçip gidiyordu. Ama o gidip de koca evde tek başıma kaldığımda yokluğunu kalbimde hissediyordum. Okuldan koşa koşa gelmiyordum artık. Veya hasta olduğum günlerde benimle ilgilenen kimse yoktu. Neyse ki bu sefer sıkıntılarım daha kısa sürdü ve ertesi hafta tekrar yanıma geldi. Artık bu kısa süreli görüşmelerimize alışmıştım. Alışmak zorundaydım çünkü daha uzun görüşebileceğimiz durumlar henüz yoktu. Geldiğinde genelde evde bilgisayarda takılıyordu. Ve oyuna girdiği zamanlar öylesine konsantre oluyordu ki bazen saatlerce başında oturuyordu. Bir gün yine oyundaydı ben de yapacak bir şeyim olmadığı için bulaşıkları yıkıyordum. Bu sefer bulaşıklar biraz daha fazlaydı. Bitmesi biraz uzun sürdü. Ve bittikten sonra içeri gitmeyip mutfakta beklemeye başladım. Bakalım yokluğumu ne zaman fark edecek diyordum kendi kendime. Ve yaklaşık 20 dakika sonra geldi yanıma. Niye burada oturuyorsun? Dedi. Biraz kızmıştım. Ama oyun oynamasına değil, beni unutmasına. Hem kıskanıyordum onu bazı zamanlar. Oyundaki arkadaşlarıyla yazışırken bazen çok sinirleniyor bazen de kahkahalar atıyordu. Sinirlendirme konusunda değil ama kahkaha konusunda onlar kadar başarılı değildim. O yüzden öyle ya da böyle bazen tepem atıyordu ve üzüleceği triplere giriyordum. Belki de biraz daha ilgiydi tek istediğim. Neyse ki olaylar büyümeden üstesinden geliyorduk.

1 Kasım 2006

Bölüm 9 - Sevgilim ve Ben

Onu ailemle tanıştırmak ikimiz için de daha iyi olacaktı çünkü hem aile yaşantımı biraz daha yakından görecek hem de onlardan bahsettiğimde anlattıklarım havada kalmayacaktı. Kapıdan içeri girdik. Annem ve kardeşime sarıldıktan sonra onu annemle tanıştırdım. Daha sonra içeri geçtik ve babamla da tanıştılar. Annemin tutumundan dolayı bugüne kadar neredeyse hiçbir arkadaşımı bizde kalmak için eve çağıramamıştım. Ama o sıradan biri değildi, evdekiler olmaz deselerdi bile gidecektik. Neyse ki bir sorun çıkmamıştı ve yine birlikteydik üstelik bizim evde. Kardeşim hemen sevmişti onu, bilgisayarla ilgili sorular soruyor ve o cevap verirken de dikkatlice dinliyordu. Aslında biraz şımarık bir çocuktu ama onunla daha yeni tanıştıkları için çekiniyordu. İçeriye gittiğimde annem “Nereden arkadaşın o?” diye sordu. Ben de “Telefonda söylemiştim, okuldan arkadaşım” dedim. Ertesi gün memleketi Antalya’ya dönecekti ve gitmeden önce onu Buket’le tanıştıracaktım. Ama ertesi gün çok zamanımız olmayacağından dışarı çıktık ve Buket’le buluştuk. Buket, 10 yılı aşkın süredir tanıdığım, en yakın arkadaşım diyebileceğim birisiydi. Ona sadece 1 sene önce açılabilmiştim ama bundan sonra arkadaşlığımız hiç bozulmamıştı. Ona da, Buket’e de birbirlerinden bahsetmiştim. Ama o çok heyecanlıydı. “İlk defa beni bilen birisiyle tanışacağım” dedi bana. Bir cafeye oturduk. Yaklaşık 1 saat sohbet ettikten sonra kalktık, çünkü saat ilerlemişti. Çok mutluydum çünkü sevgilim, en yakın arkadaşımla tanışmıştı. Daha sonra ayrıldık ve eve döndük. Zaten saat geç olmuştu ve onun yatağını hazırladım. Benim yattığım yerde yatacaktı. Birbirimize iyi geceler dedikten sonra yattık, ilk defa ayrı odalarda. Sabah uyandığımızda dışarısı bembeyazdı. Her taraf kar olmuştu. Kahvaltıdan sonra çarşıya inip onun biletini aldık ve biraz dolaştıktan sonra eve geldik. Kardeşim ille dışarı çıkıp kartopu oynayalım diye tutturmuştu. Sıkıca giyindikten sonra dışarı çıktık, kara doyana kadar oynadık. Ama buz gibi olmuştum. İçeri girdik ve sonra da hazırlanmaya başladık çünkü gitme vakti yaklaşıyordu. Evdekilere teşekkür edip vedalaştıktan sonra babam bizi otogara götürdü. Onu otobüse bindirirken tekrar aynı üzüntüyü yaşadım. Ama mutluydum da, en azından yapmak istediklerimizden birini yapmıştık. Ve gitmişti. Aynı gün Buket’le buluştuk. Üzüntümü bir süre içime attım hem de onunla konuşmak rahatlatıyordu beni. Ama birkaç gün içinde artık kendimi tutamayacak duruma gelmiştim. Buket’le gittiğimiz “Babam ve Oğlum” filminden sonra içimdeki tüm duygular açığa çıkmıştı ama Buket’ten biraz da olsa çekindiğimden onun yanında çok az ağlamıştım. Eve döndüğümde kendime sorular sorup duruyordum. “Hani 3 hafta kalacaktık? Acaba benden sıkıldı mı? Gitmesinin başka bir nedeni var mı?” diye düşünüp dururken, bu düşünceyle ona bir mesaj attım ve ağlamaya başladım. Çok kötü hissediyordum kendimi, yalnız. Telefonumu kapattım ve yattım. Oysa onun da ne kadar üzülebileceğini unutmuştum. Sabah uyanıp telefonumu açtığımda yolladığı mesajlar ardı ardına gelmeye başladı. Mesajıma bir anlam veremediğini söylüyordu ve bana ulaşamadığı için de çok üzülmüştü. Daha sonra telefon etti ve konuşurken “Ayrılmak mı istiyorsun?” diye sordu. Bu cümle beni şaşırtmıştı. Çünkü ne kadar üzülürsem üzüleyim ayrılmak aklımın ucundan bile geçmiyordu. Hayatımızın sonuna kadar birlikte olacağız demiştik birbirimize. Tabi ki ayrılabilirdik, bu ihtimal her zaman olacaktı ama ne ben ne de o ayrılmak istemiyorduk. Sadece çok üzgündüm ve ne dediğimi bilmiyordum. Ama sonunda barıştık. Sevgililer günü yaklaşmıştı ve “Sevgililer gününde birlikte olacağız” dedi. İlk başta bana imkânsız gelmişti çünkü daha okullar açılmamış olacaktı ve giderken aileme ne diyecektim? Ama istedikten sonra her şey olurdu. Ve gidip bilet aldım. İkimiz de aynı saatlerde İzmit’te olacak şekilde almıştık biletleri. Bilet günü geldi ve otobüse bindim. İzmit’e vardığımda onun otobüsü henüz gelmemişti. Yarım saat içinde otobüsü geldi ve birlikte eve gittik. İlk defa sevgililer gününde bir sevgilim vardı ve üstelik o gün birlikteydik. Hafta sonuna kadar benimle kaldı ve ertesi hafta gelmek üzere Bursa’ya gitti.

31 Ekim 2006

Bölüm 8 - Her Gün Bir Rüya

İlk defa bu kadar heyecanlıydım. Sevgilimle birlikte birkaç gün değil, tam 3 hafta geçirecektim. Onunla yapmak istediğim o kadar çok şey vardı ki. Birlikte çıkıp dışarıda dolaşmak, sinemaya gitmek, sevdiği yemekleri yapmak, her gece ona sarılarak film izlemek. Liste uzayıp gidiyordu. Neredeyse bir aydır birbirimizi görememiştik. Ölesiye özlemiştim onu. Gelmeden önce hep “Seni gördüğümde koşup kucağına atlayacağım” diyordum. Ama hiç yapamadım, yapamazdım. Esprimiz bile vardı. “Direk taşlanırız” diyorduk hep. Ve otobüsü geldi. Ben yaklaşırken, o da otobüsten indi. Sıkıca sarıldım ona. Sonra bavullarını aldık ve servise bindik. Serviste bizden başka kimse yoktu biz de en arka koltuklara geçtik. Koltukların arkasından elini tutuyordum, sıcacıktı. Sımsıkı kenetledim parmaklarımı bir daha hiç ayrılmasın diye. Yüzüne baktım. Gözlerinin içi gülüyordu. Eve varana kadar neredeyse hiç konuşmadık. Gözleri her şeyi anlatıyordu zaten. Evden içeri girer girmez yine alışık olduğumuz bir durumdaydık. Kendimi onun kollarına bırakmıştım ve sanki ilk defa öpüşüyormuş gibi delicesine öpüyorduk birbirimizi. Ve tatilimiz böyle başladı. Hemen hemen her günümüz aynı geçiyordu. Ama ben bu durumdan fazlasıyla memnumdum, zaten önemli olan onunla birlikte olmaktı. Sabah kalktığımda etrafı topluyor, kahvaltıyı hazırlıyordum. Onu uyandırıp birlikte kahvaltı ediyorduk. Daha sonra bilgisayarda takılıyorduk, televizyon izliyorduk. Ben televizyona bakarken o da dizime yatıyordu. Çoğu kez uykuya dalıyordu. Bazen dışarı çıkıyor, geziyorduk. Akşamları yemekten sonra film almaya çıkıyor, bazen 2–3 tane alıyor bazen de hiçbir şey almadan eve dönüyorduk. Oyun oynamadığımız zamanlar msne giriyorduk. İnternette tanıştığım ve gerçek hayatta da görüştüğüm yakın arkadaşlarıma ondan bahsetmiştim ama henüz onlarla tanıştırmamıştım. Gece yarısına doğru film izliyorduk daha sonra yatıyorduk, eğer onun uykusu yoksa o benden sonra yatıyordu. Her günümüz birbirine benziyordu belki de ama hepsinin ayrı ayrı önemi vardı. Bazen tartışırdık ama hiç uzun sürmezdi. Şimdi o günleri düşündüğümde, tekrar tekrar baştan yaşamak isterdim. Yaklaşık 2 hafta yaşantımız böyle devam etti ta ki ona bir telefon gelene kadar. Memlekete dönmeliydi. Çok üzülmüştüm çünkü onunla yaşamaya çok alışmıştım. Elbet ayrılacaktık ama ben onunla 1 hafta, hatta 1 gün bile daha fazla geçirmek için her şeyimi verirdim. Benim de artık burada yapacak bir şeyim kalmamıştı. Ben de memlekete dönecektim. Evlerimize dönerken, ikimizin de ortak gideceği bir şehre kadar bilet almayı düşündük. O zamana kadar hiç aklıma gelmemişti onu evimize davet etmek. Çünkü İzmir’den de gidebilirdi memleketine. Ve derken kendimizi otobüste yan yana İzmir’e giderken bulduk. Aslında bunu yaz mevsimi için planlamıştık ama o kadar mutlu olmuştum ki böyle bir fırsatımız olduğu için. Hem ailemle tanışacak, hem de İzmir’i ilk defa görecekti. Ayrıca çok yakın üstelik gay olduğumu bilen tek arkadaşım Buket’le tanıştıracaktım onu. Bunların hepsini otobüste düşündüm. O ise yan koltuğumda uyuyordu. Hâlâ inanamıyordum. Aileme okuldan bir arkadaşımla geliyorum demiştim. Derken İzmir’e vardık. Servise binip eve geldik, annem ve kardeşim bizi kapıda karşıladı.

29 Ekim 2006

Bölüm 7 - Her İstediğinde...

Belirsizdi her şey. Birdenbire hayatıma girmiş, beni kendine âşık etmiş, şimdi de ortadan kaybolmuştu. Oralarda bir yerlerdeydi ama ben onu göremiyordum. Kalbim ondaydı artık bundan emindim. Bu gidişi farklı olmuştu artık onu uğurladığımda boğazımda düğümlendi kelimeler. Eve geri döndüğümde gözyaşlarına boğuldum. Ev bıraktığımız gibiydi. Küllük dolu, etraf dağınık, bulaşıklar dağ gibiydi. Aslında seviniyordum çünkü o gittiği zaman, boş kaldığım anda ağlamaya başlıyordum. Evi toplama bahanesiyle meşgul oluyordum ama o da hep aklımdaydı. Alışmalıydım buna. Her zaman birlikte olamayacaktık çünkü. Peki, bu ilişkide beni mutlu eden neydi? Sanırım onunla birlikte olmam bana tüm sorunlarımı unutturuyordu. Tek zorluğu onu her istediğimde göremememdi kesinlikle. Memlekete döndüğünde bana bir sürpriz yaptı. Benim telefon hattımdan almıştı. Böylece çok daha uzun süre konuşabilecektik. Okulum bitip İzmir’e döndüğümde hem internetten hem de telefondan uzun uzun görüştük. Zordu, onu görüp dokunamamak, sesini duyup sarılamamak ama alışmalıydık. Bunları göze alarak başlamıştık zaten ilişkiye. Gelecek planlarımızdan bahsettik. Tatilden sonra vizelerim vardı. Annem ve kardeşim de benimle geleceklerdi İzmit’e. Vizelerden sonra ise yarıyıl tatilim vardı. Planımıza göre vizeler bitmeye yakın annemler İzmir’e dönecek, ben de vizelerim bitince bir bahane uydurup İzmit’te kalacaktım. O da yanıma gelecek ve yarıyıl tatilini birlikte geçirecektik. Telefonda ona hep “Biraz daha dayanalım az kaldı, yakında görüşeceğiz” diyordum. Ama aslında çok zordu dayanmak, sabretmek. Her şeyi düşündüm. Ölmeyi bile. Ama artık hayatımda o vardı. Ve bana “Sen de olmasaydın ben belki burada olmazdım” dediğini hiç unutmuyorum. Çok duygusaldı aslında ama bir o kadar da iyi gizliyordu bunu. Gay olduğunu bile çok iyi saklıyordu. Gerçek hayatta ilk tanıştığı gayin ben olduğunu söylediğinde çok şaşırmıştım. Diğer tüm arkadaşları heteroydu. Ayrıca yetiştiği çevre belki de onu böyle davranmaya zorlamıştı. Ama sonuçta kişiliği tam oturmuş biriydi. Tatil bitti ve annemlerle birlikte İzmit’e döndük. Evde tek başıma kaldığım için her iş bana düşüyordu ama annem geldiğinde her şeyimle o ilgileniyordu. Günler çabucak geçiyor, vizelere girip çıkıyordum. Bir gece dışarı çıkmıştım telefonla konuşmak için, her gece olduğu gibi. Çünkü kullandığım telefon hattım evimde tam çekmiyordu. Bu yüzden dışarı çıkmak zorunda kalıyordum. Ve o gün onunla yaklaşık bir buçuk saat boyunca telefonda konuşmuştuk. Eve döndüğümde annem bir güzel fırçalamıştı beni, bunca zaman kiminle konuştun diye. Neyse ki çok kızmamıştı. O günlerden unutamadığım tek ayrıntı kesinlikle buydu. Vizeler bitmeye yakın annemle kardeşim İzmir’e döndüler. O gelmeden evdekilere gelemeyeceğimi haber vermiştim. Korktuğum başıma gelmemiş, bir şey dememişlerdi. Onun da sınavları bitmişti ve İzmit’e gelecekti. Nihayet o gün geldi ve otogara onu karşılamaya gittim.

27 Ekim 2006

Bölüm 6 - Yeni Bir Yıl

Sabah uyandığımda geceyi hayal meyal hatırlıyordum. O yanımdaydı ama henüz uyanmamıştı. Kalktım. Ortalık çok dağılmıştı, bulaşıklar vardı. Sessizce mutfağa gittim ve bulaşıkları yıkadım. Bu sırada hep gece olanları düşünüyordum. Çok büyük bir hata yapmıştım, kırmıştım onu. Zaten başıma ne geliyorsa hep bu dilimden geliyordu. Kahvaltıyı hazırladım, odaya gittiğimde uyanmak üzereydi. Kahvaltı hazır dedim ve mutfakta beklemeye başladım. Geldiğinde yüzüme bile bakmadı. İşte o an anladım hâlâ kızgın olduğunu. Kahvaltı bitti, içeri geçtik ama ben konuşmaya kararlıydım. Özür dilerim dedim, gece büyük kabalık yaptım. “Sen beni hiç sevmiyorsun” demene çok kırıldım, nasıl olur da benim ağzımdan böyle bir söz söyleyebilirsin, ben seni ne kadar çok seviyorum biliyor musun? Dedi bana. Haklıydı, üzmüştüm onu ama olan olmuştu da. Zamanla düzelir dedim içimden, sonuçta birbirimizi seviyorduk. Böyle zamanlarda hatayı ben yapsam da yapmasam da hep içimde bir burukluk oluyordu. Sarıldık birbirimize, bu her şeyi unutmasına yetti. Ama şu kahrolasıca vakit yine çabucak geçmişti. 1–2 gün içinde memleketine dönmesi gerekiyordu, zaten okulu kapanmıştı. Ailesini birkaç gün idare etti ama nereye kadar? Benim okulum da 1 hafta sonra kapanacak ben de memleketime dönecektim. Sonra da bayram vardı zaten. Biletini aldık, otogara gittik. Yine üzgün bir şekilde uğurladım onu. “Bir daha ne zaman görüşeceğiz?” diye sordu. Bilmiyorum dedim.

26 Ekim 2006

Bölüm 5 - Yılbaşı

O günlerde tamamen bir toz bulutu içinde gibiydim. Önümü görmek o kadar zordu ki. Zaten en zor aşamanın bu olduğunu düşünürdüm hep. Yeni tanıştığın birisinin hayatına girmesi, onunla her şeyini paylaşmak, onu sevmek ve en önemlisi hayatını onunla devam ettirmek değil miydi zaten istediğim? Tabi hepsini yürekten istemem gerekiyor, zorla değil. Zaten bu değişimi hissediyordum. Geceleri onsuz uyumak zor geliyordu artık. Bu kadar kısa zamanda bu kadar bağlanacağımı hiç düşünmemiştim. Bilmiyordum ki bu sadece bir başlangıçmış. Onun bana verdiği değeri de görebiliyordum. Zaten benim tek istediğim ilgiydi hepsi bu. Ve onu her hafta görmek istiyordum. Sonraki hafta sonu İzmit'e geldi. Okulu tatil olmuştu. Mutluydum ve de onunla birlikte yaşamanın nasıl bir şey olduğunu öğreniyordum yavaş yavaş. Zaten insan birini seviyorsa hep yanında olmasını istemez mi? İşte ben de o durumdaydım. Önümüz yılbaşıydı. Ben, yanımda birkaç gün kalıp ailesinin yanına gider diye düşünmüştüm. "Yılbaşında ne yapıyorsun?" diye sordu. Ben de evde olacağım diye cevap verdim. "Yeni yıla seninle birlikte girmek isterim" dedim. Verdiği cevap havalara uçmama neden oldu çünkü benimle birlikte yeni yıla girecekti! İşte bana değer verdiğini hissettiğim bir davranış daha. Bu çok doğaldı, sevgili olmuştuk ve yılbaşını benimle geçirmek istiyordu. Ama benim hiç de alışık olmadığım bir davranıştı ki bu kötü bir şeydi zaten. Kimse bana gereken ilgiyi göstermemiş demek ki diye düşünüp durdum hep. Evde günlük yaşayış düzenimiz nerdeyse oturmuştu. Ben okula gidip geliyor, daha sonra yemek yapıyor ve bulaşık yıkıyordum. Yemek konularında çok ilgili olduğumdan, birçok denememi de ilk onun üzerinde test ediyordum. O da hamarattı ama ben ona iş yaptırmamaya çalışıyordum. Bu şekilde mutlu olduğunu düşündüm hep ve o zaman ben de mutlu oluyordum. O ise zamanının çoğunu bilgisayarda oyun oynayarak geçiriyordu. O oyunu benim bilgisayarıma da yüklemiştik ve az çok anlıyordum artık nasıl bir oyun olduğunu. Gündüzleri oyun oynuyor, geceleri ise yaramazlık yapıyorduk. Yine o günlerden birinde o üstte olmak istediğini söyledi. Öyle bir tonla söyledi ki, bunu söylerken ne kadar utanıp sıkıldığını anlamıştım. Bu güne kadar onunla hiç diğer türlü deneme fırsatımız olmamıştı. Çünkü önceki ilişkilerimde çok canım yanmıştı. Çok kaba davrananlar, beni sırf vücut olarak görenler vardı. Çekinceliydim. Hayır, o asla sadece cinsellik için benimle birlikte değildi. Zaten öyle yaklaşmamıştık da birbirimize. İsteğini kabul etmiştim. Zaten bugüne kadar doğru düzgün üstte de olamamıştım. İktidarsızlık problemim vardı ve bu yüzden sertleştirici hap kullanıyordum. Psikolojikti, ama bir türlü yenmeyi başaramıyordum. Neyse, ikimiz de hazırlandık. Benim böyle durumlarda hep bir karın ağrım başlar. Hep dua ederim küçük düşmeyeyim diye. Ama yine olmuştu. Kontrol edemiyordum. Ve yapamayacağım dedim. İstiyordum ama olmuyordu. Çok üzüldüm. O da üzgündü. Ve sanırım onu istemediğimi bile düşünmüştü. O andan sonra hiç bir şey konuşmadık. Giyindik. Hani böyle anlarda bir hava olur ya böyle gergin, aynen öyle bir hava vardı artık. Ve kırdığım parçaları nasıl bir araya getireceğimi bilmiyordum. Biraz uyanık durduktan sonra yattık. Birden ağladığını fark ettim. Ne oldu diye sordum. Söylemiyordu. Bir şey yok diyip geçiştirdi. Ama çok merak etmiştim. Lütfen söyle diye yalvardım. Yarın söyleyeceğim dedi. Peki dedim ve uyuduk. Ertesi sabah uyanır uyanmaz sordum, söyle neden ağladın gece dedim. Boş ver dünde kaldı o dedi. Söylememekte direniyor bense durmadan ısrar ediyordum. En sonunda şöyle dedi; "Sen içerdeki odaya git ben sana bir mail yazacağım". Tamam dedim ve gittim. O kadar merak etmiştim ki. Çünkü nedeninin sadece dün geceki durum olduğunu düşünmüyordum. Başka bir şeyler olmalıydı. Kafamda kurdukça kurdum. En sonunda odadan çıktı. Bilgisayara koştum ve hemen okumaya başladım. Şaşırmıştım, ama korktuğum başıma da gelmemişti. Dün olanlar ona benim onu sevmediğimi düşündürtmüştü oysa ki sadece birbirimizi yanlış anlamıştık. Mutlu oldum birden. Hemen yanına gittim. Sıkıca sarıldım ve dedim ki, seni hayatımın sonuna kadar bırakmayacağım ve hep seveceğim. Onun da bunu duymaya ihtiyacı vardı. Ve konu orada kapandı. Yılbaşı gecesi güzel bir sofra hazırlamıştım. Yedik, karnımızı doyurduk. Evde olacaktık zaten. Dışarıda eğlenmeyi düşünmüyorduk. Ama belki biraz içki ve kuruyemiş iyi olabilirdi. Tabi bu son anda aklımıza gelince yeni yıla 10 dakika kala biz dışarıda içki arıyorduk hâlâ. Neyse koşa koşa gittik eve. Neden ama? Çünkü yeni yıla öpüşerek girmek istiyorduk. Girdik de. Hikâyeyi bilirsiniz, yıla nasıl başlarsanız öyle devam eder derler hep. Gerçekten de öyle oldu. Her bulduğumuz fırsatta öpüştük. :P Şaka bir yana yılbaşı gecesi gerçekten benim için önemli bir geceydi. Yok, burada biter mi? Daha yeni yılın ilk saatleri var. Tabi ben içkiye pek alışık biri değilim. İçtikçe sarhoş olduğumu hissediyordum. Konuşmam yayvanlaşıyor, durmadan gülüyordum. Gece ilerliyordu ve artık onun da benim de yeni heyecanlara ihtiyacımız vardı. "Bu gece tekrar denemek istiyorum" dedim. Buna hazır olduğumu söyledim. Gerçekten yapabilirim dedim. Ta ki o karın ağrısı tekrar başlayana kadar. Ve sonuç yine hüsrandı. Dayanamadım. Yine o gergin hava gelmişti odaya. Yattım, o ise bilgisayardaydı. Sarhoş olduğum için durmadan sayıklayıp durdum hep. Seni seviyorum diyordum. Ama sen beni hiç sevmiyorsun dedim defalarca. İlgilenmiyordu. Uyuyakaldım.

25 Ekim 2006

Bölüm 4 - İade-i Ziyaret

O, Bursa'ya döndükten sonra diğer hafta sonuna kadar msnde görüştük. Telefonda pek konuşamıyorduk. Zaten gerek de kalmıyordu, internette birbirimizi bile görebiliyorduk sonuçta. Perşembe gününden Bursa'ya gidecektim çünkü o'nun ev arkadaşı bu haftalığına memleketine gitmişti. Otobüse bindiğimde aynı heyecan yine başlamıştı. Onu tekrar göreceğimi bilmek beni çok mutlu etmişti. Otobüste o 2,5 saat bitmek bilmedi. Gitgide daha da heyecanlanıyordum. En sonunda Bursa'ya vardık ve indiğimde karşımdaydı. Onu görünce kalbim yerimden çıkacak gibi oldu. Birlikte yürüyerek servise bindik. Eve gittik. Kapıdan girer girmez kollarına atladım. Çok özlemiştim onu. Sarılma faslı bittikten sonra içeriye geçtik. Kaldığı ev çok güzeldi, üstelik ben geliyorum diye bir gündür evi topluyordu. Bursa'ya gelmeden bana ne yemek istersin diye sormuştu. Mantı demiştim. Gerçekten de yapmıştı. Yemek yedik, becerikliydi de. Üstelik özenerek yapmıştı. Çok hoşuma gitti. İlk defa kendimi özel biri olarak hissetmeye başlıyordum. Bu çocuk beni gerçekten seviyor diye düşünmeye başlamıştım. Daha sonra bilgisayarda takıldık biraz. Daha sonraları başından kalkamayacağım "o oyun"u ilk defa o gün izlemiştim. Tabi o zamanlar hiç bir şey anlamıyordum. Sonra uykumuz geldi. Yatacaktık. Tabi yatmadan önce biraz yaramazlık yapmalıydık değil mi? Tek hatırladığım yaramazlık bitince ikimizin de çıplak şekilde uyuyakalmasıydı. 15–20 dakika sonra uyanmış ve çok üşüdüğümü fark etmiştim. Onu da uyandırdım. Yatalım dedim. İçerdeki odaya geçtik. Sarılarak uyuduk. Bunu da çok özlemiştim. Çok iyi geliyordu bana ve ruhuma. Ertesi gün o sabahtan okula gitmişti. Ben evde yalnız kaldım. Bilgisayarda takıldım hem biraz da düşünme fırsatı buldum. Sorular soruyordum kendime. Mutlu muyum? Ne hissediyorum? Ne istiyorum? Aslında bu soruların yanıtları çoğunlukla oluşmuştu kafamda ama yine de emin olmak istiyordum. Eve geldiğinde, eşinin işten dönmesini bekleyen insanlar gibi hissettiğimi fark ettim. Ben oradayken o kadar çok şey yaptık ki. En çok film izlemeyi seviyordu, birlikte bir sürü film izledik. Birlikte film izlemek daha bir heyecanlı oluyordu. O yanımdayken sürekli onu öpmek istiyordum. Ve filmden koptuğumuz bir an bu duygu doruğa çıkıyor ve öpüşmeye başlıyorduk. Gece birlikte uyurken de öyle ta ki ikimizin de uykusu bastırana kadar. Nasıl da su gibi akıp geçmişti zaman... O soğuk kış gecelerinde içimi ısıtan, birlikte uykuya yenik düştüğüm insandan ayrılmak çok zor geliyordu şimdi. Alışmak dedikleri bu olsa gerekti. İlk Bursa ziyaretimi işte bu nedenlerden dolayı asla unutamıyorum. Şehri de çok sevmiştim zaten. Tabi o da o şehirde olduğu içindi. Ve otobüse bindim.

Bölüm 3 - Ayrılma Zamanı

Gitme vakti gelmişti, anlam veremiyordum iki gün ne kadar çabuk geçmişti. İlk buluşmamız olmasına rağmen birbirimizi daha yakından tanıma fırsatı bulmuştuk. Emindim ben bu çocuktan hoşlanıyordum, en azından bunu kendime itiraf edebilmiştim. Fakat daha birbirimizde keşfedeceğimiz o kadar çok şey vardı ki... Otogara ulaştığımızda gerçekten ayrılma vakti geldiğini anlamıştım. Mizah dergilerine bayılıyordu ve yanına almadan yolculuğa çıkmıyordu. Muavinin anonsu ile vedalaşma vaktinin geldiğini anlayıp birbirimize sarıldık. Otobüse bindiğinde artık şansımın döndüğünü düşünüp mutluluğun tadını çıkarıp gülümseyerek el sallıyordum. Ve onu son bir kez daha görebilmek için otogar kapısına yöneldim. Yüzüne unutmamak adına son bir kez uzun uzun bakıp el salladıktan sonra otobüs usul usul yoluna devam etti...

23 Ekim 2006

Bölüm 2 - Ve Başladık...

...Bir süre o şekilde konuştuktan sonra elimi tuttu. Sonra bir hamle yapıp öptük birbirimizi. Daha da heyecanlanmıştım. Sonra birbirimizin vücudunu daha da yakından görmek istedik ve gerisi geldi. O akşam onun şu sorusuyla son bulmuştu: "Beraber miyiz?", "Evet" dedim. Ve başladık...

Bölüm 1 - Resimsiz Mesaj

Yine sıradan bir gündü. Okuldan gelmiştim. Msn açık, müzik dinliyorum. Sık kullandığım arkadaş bulma sitesine girip günlük mesaj kontrolümü yapacaktım. Login oldum, baktım bir mesaj. Sadece e-mail adresini yazmış. "Ekler misin?" demiş. Profiline şöyle bir göz attım ama fotoğrafı yoktu. Neyse dedim ve ekledim adresini. Hemen kabul etti ve sağ alt köşede "O oturum açtı" yazdı. İşte fotoğrafını ilk orada görmüştüm. Selamlaştıktan sonra konuşmaya başladık. Tabi ben o sırada üstteki fotoğrafa bakıyor, nasıl sence diyordum kendi kendime, konuşur gibi. İyiydi ama kamerada da görmek isterdim. Karşılıklı kamera açtık. Fotoğraftaki açıdaydı kamera da. Belli ki fotoğrafı da kamerayla çekmişti. Çok da farklı değildi zaten. Beğenmiştim ama sıra dışı bir tip olduğu belliydi. Önceden beğendiğim hiç bir tipe benzemiyordu. O gece pek uzun konuşamadık. Çünkü ikinci öğretimlerle derse girmem gerekiyordu. Telefon numarasını sordum. "Şu an telefonum yok, bozuk" dedi. Peki dedim. Kendi numaramı bıraktım. "Arkadaşından falan mesaj atmak istersen" dedim. Daha sonra çıktım. Derste aklımdaydı hep. Acaba nasıl birisi, benden hoşlandı mı gibi sorular geçiyordu aklımdan. Neyse yakında görürüz dedim. Ertesi gün doğum günümdü. Okulda dersler bitene kadar kimse kutlamamıştı, en sonunda okul çıkışı bara gidelim bu akşam demiştim arkadaşlara. Hepsi "Neden?" diye sorunca bugün benim doğum günüm demiştim. Hepsi "Aaa neden daha önce söylemedin?" dedi. Eve geldim. Hazırlanacaktım. Ama daha vaktim de vardı. Açtım bilgisayarı. O da ordaydı. Adını bile bilmiyordum daha. Ya da hatırlamıyordum. Tekrar selamlaştık, konuşmaya başladık. Aynı fotoğrafı vardı yanda. Yine kamera açtık. Birden fark ettim ki telefonla konuşuyordu kamerada. Sesimi çıkarmadım. O hafta sonu için bir planım yoktu aslında. Zaten Bursa'daydı. Yanına gidebilirdim belki ama onun İzmit'e gelmesi çok daha iyi olurdu sonuçta yalnız kalıyordum. Teklifi yaptım. "Hafta sonu İzmit'e gelebilir misin?" dedim. Hemen sorular başladı. Kiminle kalıyorsun? Nerde oturuyorsun? Nasıl bir ilişki düşünüyorsun? Dedim ki, tek başıma kalıyorum. Kocaeli merkezde evim. Birbirimizi beğenirsek uzun bir ilişki olabilir demiştim. O da öyle bir ilişki istediğini söyledi. Tercihi sordu. ap dedim. O da öyleymiş. "Önceden ilişkin oldu mu?" dedi. Evet dedim. Onun olmamış. Neyse, bara gitmek için çıkmam gerekiyordu. "Bara gideceğiz bugün benim doğum günüm" dedim. Peki, görüşürüz, doğum günün kutlu olsun dedi. Hani yeni tanıştığın ama daha hiç tanımadığın birisine dersin ya, aynı onun gibi geldi bana bu söz. Hiç unutmadım o kutlamayı, çok hoşuma gitmişti nedense. Barda çok eğlendik. İlk defa İzmit'teki arkadaşlarımla kutluyorduk. Ve bar çıkışı pasta sürprizi vardı. Mumları üflerken dileğim "Uzun süreden beri istediğim, hiç bitmeyecek, çok güzel bir ilişki" olmuştu. Sanırım şanslı günümdeydim. Ertesi gün nerdeyse tüm gün evdeydim. Onunla konuştuk tekrar ve dünkü soruların aynılarından sonra İzmit'e gelmeyi kabul etti. Yarın gelebilirim dedi. Çok sevinmiştim. O gün ilk defa biraz daha ayrıntılı konuşabilmiştik. Dinlediğim müzikler arasında Evanescence'i de saymam belki de bu ilişkinin başlama nedenlerinden biriydi. Ayrıca kamerada birbirimizi her açıdan görmüştük nerdeyse. Soyunmuştuk bile. O gece nasıl uyudum bilmiyorum. O günlerde netten yazıştığım bir arkadaşıma günü gününe her şeyi anlatıyordum o da bana nasihatler veriyordu. Ertesi gün için prezervatif ve krem almamı önerdi. Hiç almamıştım önceden. Gece mesaj attı. Yarın sabah 10'da bineceğim diye. Çok sevinçliydim ve bir o kadar da heyecanlı. Sabah oldu. Eczaneye gidip krem, sonra da Migrostan prezervatif alacaktım. İçimde öyle bir heyecan var ki utangaçlığım falan kalmadı. Eve geldim bekliyorum. Saat 12 falandı sanırım. Otogara gideceğim, tam evden çıkıyorum, ayakkabılarımı giydim telefonum çaldı. Mesaj gelmişti. Bir de baktım o, "Msnye gelebilir misin?" yazmış. Üzülmüştüm. Gelmiyor herhalde dedim içimden. Hemen açtım msni. Ordaydı. Ne oldu dedim? Kamera açtı hemen bileti gösterdi. 1 buçukta biniyorum dedi. Rahatlamıştım. Biraz daha bekleyebilirdim. Sonuçta gelecekti. Biraz konuştuk. Ben 4'e çeyrek kala otogarda olurum dedim. Biz "Aşkım"lı konuşmaya başlamıştık bile. Neyse saati geldi, o çıktı. Ben de msnde zaman geçirmeye çalışıyordum. Burak "Okanla boynere gideceğiz sen de gelsene" dedi. Ben de olmaz arkadaşım gelecek otogara gideceğim dedim. Tamam, biz seni bırakırız dedi. Ben de olur hem vakit geçer dedim ve arabayla beni almaya geldiler. Boynere gittik. Mağazada dolaştık derken yarım saat kalmıştı otobüsün gelmesine. Ben acele ettiriyordum Okanla Burak'ı. Çıktık yola. O sırada ondan mesaj geldi. "Aşkım sana kavuşmama az kaldı" diye. Ben de yoldayız arkadaşlarla geliyorum yazdım. O mesaja gelen cevabı hiç unutamadım "Aşkım n’olur yalnız gel" yazmıştı. İşin bu kısmını hiç düşünememiştim. Birden bire kafamdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Ya indiği gibi geri giderse, ya onu bir daha göremezsem diye düşünmüştüm. Korkmuştum. Otogarın dışında durduk. İndim arabadan ve otogara doğru koştum. Otobüs gelmişti. Yaklaştıkça onu seçmeye başlamıştım. Evet, kameradakinden çok daha iyi görünüyordu. Okuldan iki kız arkadaşı da ordaydı onlarla biraz konuştuk sonra ben onu da aldım arabaya doğru giderken "Merak etme sınıftan arkadaşlarım beni bilmiyorlar" dedim. Rahatlamış mıydı bilmiyorum ama en azından benle gelmeyi kabul etmişti. Arabaya bindik. Oradan buradan biraz konuşalım derken eve geldik. Bizi bıraktılar. Baş başa kalmıştık. Eve girdik. Heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Giyinişi çok hoştu. Arkadaşlarımda olmayan bir tarzı vardı. Havalı görünüyordu. Karizmaydı ve dış görünüşüne çok önem veren birine benziyordu. Bakımlıydı ayrıca. Karnın açtır herhalde yemek yer miyiz dedim olur dedi. O gün yemekle uğraşmayayım diye hazır köfte yapmayı planlamıştım. Hem böylece yapmış olacağım yemeği sevmeme ihtimali gibi bir problem de olmayacaktı. Yemeklerimizi yedik. Odama geçtik. Ben msnde ona ne kadar utangaç olduğumu söylemiştim. O da ısrarla benim kadar utangaç olamazsın demişti. Odaya geldiğimde "Benden de utangaçmışsın" dedi. Güldüm, demiştim dedim. Biraz sohbet ettikten sonra, yan yana otururken birden "Dizine yatabilir miyim?" dedi, tabi dedim ve yattı.