30 Kasım 2006

Bölüm 25 - Küçük Bir Dokunuş

Ertesi gün geldiğinde, onunla tanıştığımızdan beri hiç yapamadığımız bir şeyi yapacaktık. Sinemaya gitmek. Evet, baş başa bir sürü film seyretmiştik ama sinemada izlemenin tadı ayrıydı. Mete bugün bizimle olamayacaktı, Bertan’ı aradığımda ise bize sinemadan sonra katılmak istediğini söyledi. Hazırlanıp çıktık. Evlerinin yakınında bulunan alışveriş merkezine geldik. Seanslara baktığımızda daha zamanımızın olduğunu gördük ve bir şeyler yedik. Onunla birlikteyken kendimi tamamlanmış hissediyordum. Ona göre daha çekingendim. Konuşkan olan o, sessiz olan bendim. Belki de bu sessizliğim duygularımdan kaynaklanıyordu. Onu her an sevmek, her an elini tutmak isterken, kurabileceğim yanlış bir cümle aramızda buz dağları oluşmasına neden olabiliyordu. Bunun nedeni sözlerimin bazen çok keskin olmasıydı. Neden bilmiyorum ama sanırım söylemek istediğimi dolaylı değil de direk söylediğim için başıma geliyordu her şey. Onu kırdığımda içimde fırtınalar kopuyordu. Bazen hiç düşünmeden kurduğum cümleler onu yaralıyor, daha sonra bu yaralar git gide büyüyerek kapanması zor bir hal alıyordu. Onu hiçbir şeyin üzmesine izin vermek istemezken, günün sonunda benim yüzümden ağlıyorsa, daha ne kadar kötü hissedebilirdim ki? Canımdı o benim, çok farklıydık ama bir o kadar da ortak yönümüz vardı. İkimizin de ilgiye fazlasıyla ihtiyacı vardı ve ben her koşulda ona olan ilgimi dile getiriyordum. Baş başa olmamız nedeniyle düşünmeye daha fazla vaktim olmuştu. Mutluydum, onunlaydım. Sinemaya girdiğimizde filmin başından sonuna kadar hiç olmadığım kadar heyecanlıydım. Bizden başka birkaç kişi daha vardı ama yine de elini tutabilme fırsatım olmuştu. Herkesin ortasında seni seviyorum diye bağırabilecek kadar cesaretim var mıydı? Yalnızken yapabileceğimizin çoğu şeyi toplum içinde yapmak çok daha heyecanlı geliyordu insana. Ne gerek vardı ki? Birbirimizi sevdiğimizi bizi tanımayanların bilmesine ne gerek vardı? Filmden çıktığımızda sanki şoka uğramış gibiydim. Filmin duygusallığı, ondan ayrılacak olmamın üzüntüsüyle birleşip beni bir balyoz darbesi gibi yıkmıştı adeta. Keşke hiç bitmeseydi film. Hep içeride kalsaydık, sonsuza kadar, o ve ben. Eve dönerken yolda gözyaşlarıma zor hâkim oldum. Onun yanında bile ağlamaya çekinen ben, şimdi sokak ortasında mı ağlayacaktım? Kendimi tuttum, zordu ama içimde biriken gözyaşlarım er ya da geç dışarı açılacaktı. Sadece şu an doğru zaman değildi. Bertan’a sinemadan çıktığımızı haber verdim fakat uygun olmadığını ve yarın görüşebileceğimiz söyledi. Bunun üzerine eve döndük. Bilgisayarda zamanımı geçirirken o da spora gidip geldi. Bu gece son gecemdi. Gerçeği bilmeme rağmen sanki oradan hiç gitmeyecekmişim gibi alıştırmıştım kendimi o eve. İçimde yanan alevleri söndürmek için artık çok geçti. Canım yanıyordu. Daha fazla dayanamayıp yattım. Bilgisayarda takıldıktan sonra yanıma geleceğini söyledi. Gece uyandığımda yine yanımdaydı. Arkamdan belime sarılmış, ellerimi tutuyordu. “Yüzünü dönme, bu şekilde biraz yatalım” dedi. O şekilde ne kadar durduk bilmiyorum ama sanki uçurumdan düşecekken koşarak yanıma gelip beni kurtarmış gibi hissediyordum. İçimde ona karşı hissettiğim tüm duygular doruk noktasındaydı o an. Birbirimizi öptükten sonra yatmak için kendi yatağına geçti. Kendimi daha fazla tutamayıp ağlamaya başladım. Fark etmişti. O ne kadar istemese de bunu yapmalıydım yoksa delirecektim. Çıkarıp atmalıydım bu üzüntüyü içimden. Ne güzel günler geçirmiştik, mutlaka bitecekti ama geride kalan anılardan daha güzel ne olabilirdi? Dayanamayıp o da ağlamaya başladı. Sustuk. Ellerine son bir kez dokunup uykuya daldım.

1 yorum:

The SummerSon dedi ki...

"Sanırım söylemek istediğimi dolaylı değil de direk söylediğim için başıma geliyordu her şey."

Ah, ben de böyleyim...